Uzun yıllar önce üç adam vardı. Birisi bütün vücudunu kaplayan bir cilt hastalığına yakalanmıştı. Diğerinin bütün saçları dökülmüştü. Üçüncüsünün ise gözleri görmüyordu. Bu hâlleri onlar için ciddi birer problemdi. Çünkü insanlar onlardan hep uzak duruyorlardı. Cenabı Hak ilk önce cild hastalığı olan adama bir melek gönderdi. O sırada bu adam bir ağacın altına oturmuş, için için ağlıyordu. Melek ona yaklaştı:
– Şu anda en çok istediğin şey nedir? Şu hastalığından kurtulmak ve insanlar arasında eski itibarını kazanmak ister misin?
– Sen beni bu dertten kurtarabilir misin ki?
– Ben Allah’ın bir rahmeti olarak sana gönderdiği bir meleğim. Söylediklerimi Allah’ın izniyle yapabilirim.
– Eğer öyleyse, şu hastalıktan kurtulmak ve kadife gibi güzel ve pürüzsüz bir tenim olmasını diliyorum. İnsanları benden kaçıran bu hâlimin düzelmesini istiyorum.
Melek “Bismillah” diyerek adamın tenine dokundu. Birden hastalığı iyileşiverdi. Adam sevinçten nerede ise kanatlanıp uçacaktı. Melek adamın bu sevincini görünce:
– İnsanlara muhtaç olmayacak kadar bir mala sahip ol mak ister misin? Adam daha da çok sevindi ve şöyle dedi:
– Evet!
– Hangi türden bir mal istersin?
– Deve isterim. Çünkü deve buralarda en kıymetli hayvandır.
Melek ona doğurmak üzere olan bir deve verdi. “Al! Senin için iyiliklere vesile olsun!”
Daha sonra melek, önemli bir derdi olan diğer adama gitti. Bu adamın saçlarının tamamı dökülmüştü. Çok üzgün görünüyordu. Bir çöplüğün kenarına oturmuş, yiyecek bir şeyler arıyordu. Sinekler başının üzerinde dolaşıyor, adam elini başına götürüp sinekleri kovmaya bile gerek duymu yordu. Melek ona yaklaştı:
– Seni bulunduğun bu durumdan kurtarmamı ister mi sin?
– Söylediğin şey çok güzel. Ama sen bunu gerçekleştire bilir misin?
– Ben Allah’ın vazifeli bir meleğiyim, sana bu iş için gönderildim.
– Öyleyse çok güzel saçlar isterim.
Melek, adamın kafasına dokunur dokunmaz ışıl ışıl, göz alıcı ve simsiyah saçlar beliriverdi. Adam ne yapacağını şaşırmıştı, sevinçten oraya buraya koşuyordu. Sonra vazifeli melek daha önceki adama sorduğu gibi ona da mal olarak ne istediğini sordu. Yeni saçlara sahip olan adam, “inek” isteyince, bu isteği hemen yerine geliverdi.
Son olarak melek, gözleri görmeyen adama uğrayacaktı. Adam elindeki eğri bir baston ile yürümeye çalışıyordu. Bazen ağaca çarpıyor, bazen taşlara takılıyor, kimi zaman da dengesini kaybediyor ve yere düşüyordu. Hiçbir kimse de ona yardım etmiyordu. Melek ona yaklaştı, daha önce ki iki adama yaptığı gibi onu bu hâlden kurtarabileceğini söyledi. Sonra da önceden yaptığı gibi Allah’ın adını ana rak adamın gözlerine dokundu. Görmeyen gözleri açılan adamın ağzından çıkan ilk söz şu oldu: “Yüce Rabbim’e sonsuz şükürler olsun!” Bu adam diğer ikisine nazaran daha dikkatli davranıyordu. Meleğin kendisine, mal olarak ne istediğini sorması üzerine:
– Beni gözlerime kavuşturdun. Başka bir şey istemem, bu bana yeter.
– Ama mutlaka bir şey istemelisin. Bu Allah’ın bir emri.
– Peki, mutlaka öyle gerekiyorsa, bana yetecek bir ko yun olursa, bu bana yeter.
Melek ona istediğini verdi ve dua ederek ayrıldı.
Bu olanlar üzerinden aylar ve yıllar geçti. Cilt hastası olan adam kısa bir süre sonra zengin oldu. Vadiler dolusu devesi olmuştu. O kadar ki, kendisi bile sayısını bilmiyordu.
Saçları olmayan adamın sahip olduğu inekler de ova lar ve çayırlar dolusunca idi. O da zenginleştikçe zengin leşmişti.
Koyun isteyen son adamın durumu da oldukça iyi idi. O da diğer iki arkadaşının sahip olduğu zenginliğe ulaşmış, koyunların sütü, yünü ve bunlardan elde ettiği gelirler dil lere destan olmuştu.
Şimdi, kendilerine sağlık ve zenginlik verilen kişileri bir imtihan bekliyordu.
Cilt hastalığı olan adam, çadırında oturmuş zengin bir sofrada karnını doyuruyor ve bütün bir vadiyi kaplayan develerini seyrediyordu. Vadi, develerin seslerine karı şan çobanların şarkıları ile âdeta inliyordu. Melek, cildi hastalıktan dökülmüş bir adam görünümünde çadıra girme ye çalıştı. Hakikaten görüntüsü deve sahibinin hasta hâlinin nerede ise aynısı idi. Melek adamın yanına yaklaşarak:
– Ben fakir bir adamım, bütün malımı mülkümü kay bettim. Memleketime varabilmem için senin yardımına ihtiyacım var. Sana bu güzelliği ve böylesine rahat bir hayatı bahşedenin hatırına bana bir deve verirsen, onunla memleketime varabilirim. Sana da çok dua ederim, dedi.
Birden adamın kaşları çatıldı. Bütün neşesi kaçmıştı:
– Hadi başka kapıya! Ben zaten yeterince hayır ve iyilik yapıyorum. Başka insanların ihtiyaçlarını temin ediyorum.
– Ben seni tanıyor gibiyim. Hani sen bir zamanlar, bü tün vücudu hastalıktan pul pul dökülen ve insanların ken disinden tiksinerek kaçtığı, sokaklarda dilenen adam değil misin? Sonra Allah, acıyarak seni dertlerinden kurtarmış ve sana çok mal vermemiş miydi?
– Yok, hayır! Sen yanılıyorsun. Gördüğün bütün bu zenginlik benim babamdan ve dedelerimden kaldı.
– Eğer sen bu hususta yalan söylüyorsan, Allah seni daha önceki durumuna geri döndürecek, dedi melek ve yoluna devam etti. Saçları dökülen adam da bir çayırda kurulmuş olan çadırında oturuyordu. En güzel elbiselerini giymişti. Çayırı dolduran hayvanlarını seyrediyordu. Melek ona da fakir bir insan suretinde gelmişti:
– Ben fakir bir adamım. İnsanlar beni aralarına almıyor ve bana yardım etmiyorlar. Günlerdir ağzıma bir tek lok ma girmedi, açlıktan ayakta duramayacak bir hâldeyim. Ne olur, sana bu güzelliği veren ve seni bu derece zengin eden Cenabı Hakk’ın hatırı için bana yardımcı ol, dedi.
Adam, bir öncekinden daha kaba ve nezaketten de bir o kadar uzak idi. Kendisine ihtiyaç için gelen birine yardımdan kaçınıyordu. Fakir adam kılığındaki melek:
– Ben seni tanıyorum. Sen daha önce saçları dökülmüş, kötü görünümlü bir adam iken Allah seni bu derdinden kurtarmış ve sana şimdi sahip olduğun serveti vermemiş miydi?
– Ben doğuştan böyleyim ve saçlarım da bildim bileli hep böyle güzeldi. Mal ve servetim de babamdan bana kaldı.
– Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni daha önce olduğun hâle çevirecek, diyen melek, daha sonra da yoluna devam ederek üçüncü kişi olan ve gözlerine kavuşan koyun sahi bine uğradı.
Bu adam, bir ağacın altında oturmuş, bütün bir ovayı dolduran koyunlarını seyrediyordu. Yanında ne bir yardım cı ne de bir çoban vardı. Anlaşılan koyunlarına kendisi bakıyor, onların görümü ve bakımı ile kendisi ilgileniyordu.
Melek ona da daha öncekilere yaptığı gibi fakir bir adam kılığında gelmişti:
– Ben fakir bir yolcuyum. Günlerdir yollardayım. Sığınacak bir yer bulamadığım gibi ağzıma koyacak bir kaşık sıcak çorba da bulamadım. Sana gözlerini bahşeden ve bunca mal veren Allah hatırına bana bir koyun verebi lirsen, onunla ihtiyaçlarımı gideririm. Böylece sıkıntılı gün lerim sona ermiş olur, ben de sana dua ederim.
– Doğru söylüyorsun. Benim daha önce gözlerim gör müyordu. Allah gözlerimi açtı ve bana çok mal verdi. Ey garip adam, değil mi ki Allah adına istiyorsun, bir değil, dilediğin kadar koyun al ve bana da dilediğin kadar bırak. Çünkü bunların hepsi bana Allah’ın bahşettiği şeyler.
– Malların sana mübarek olsun. Allah seninle beraber üç insanı bir imtihana tâbi tuttu. Senin dışındakiler eski durumlarını unutup, malları ile gurura kapıldılar, dedi.
Deve sahibinin o davranışından hemen sonra, develer arasında bir salgın hastalık başladı. Birbiri ardına sürüler telef oldu. Adam da eski hastalığına tekrar yakalandı.
İnek sürüleri olanın sonu da, talihsiz arkadaşı gibi oldu. Bir gün gökyüzü iyice kapandı. Simsiyah bulutlar çayırın üzerini kaplamıştı. Şimşekler çakıyordu. Ardından şiddetli yağmurlar yağdı ve önüne gelen her şeyi silip süpüren bir sel meydana geldi. İnek sürüleri azgın sularda boğuldular. Bu ani felaket karşısında adam, deliye döndü ve başındaki saçları birden bire önüne döküldü. Yani eski hastalığına tekrar yakalandı. Daha sonra onu yine çöplüklerde yemek için bir şeyler ararken gördüler.
Kıssadan Hisse
1. Rabbimiz bize türlü türlü nimetler vermiştir. Bize düşen bu nimetleri kendimizden aşağıda olan insanlarla paylaşmaktır. Her mümin, bu dünyada verdiği taktirde, âhirette onun faydasını göreceğine inanır ve malını hibe ederek tabiî Allah için seve seve infak eder. Böylece gö nül dünyasında büyük bir inşirah ve mutluluğa ulaşır. O, bütün verdiğini içinden gele gele ve ibâdet neşvesi içinde verir. Verirken de, gizlilik içinde verir ki, ‘alan el’ durumun da olan insanın izzeti zedelenmesin. Böyle bir verme de infak adına apayrı bir zirvedir.
2. Her inanan insan, kendini, elinde bulunan mülkün emânetçisi ve dağıtım memuru gibi görmelidir. Ona göre asıl mülk sâhibi Allah’tır. O, Allah’ın kendisine verdiğini, yine Allah yolunda harcamalıdır. Nasıl ki bir memurun, üzerine terettüp eden vazîfelerini yerine getirmekle gurur lanıp kibirlenmeye hakkı yoktur, çünkü bu, onun vazîfe sidir. Allah yolunda veren müminin de böyle bir vazîfeyi yerine getirmekle gururlanıp, kibirlenmeye hakkı yoktur/ olmamalıdır. Bilakis o, böyle bir vazîfeyi îfâya kendini mu vaffak kılan Allah’a hep şükreder ve etmelidir de. Böyle yapmayan, hem elindeki nimeti hem de Allah’ın rızasını kaybedebilir.
3. Rabbimiz, mülkünde istediği gibi tasarruf eder ve insanın da Kendisinin istediği ölçüde tasarruf etmesini ister. İnsan, kendisine müdâhale hakkı verilmişse, onu hayvanlar gibi sâdece karnını doyurma istikâmetinde kullanmamalıdır. Her şey olmaya açık bir fıtrat lûtfedilmişse, insan bu nimet
lerin şükrünü eda etmeli; yani varlığa müdâhale hakkını O’nun rızâsı istikâmetinde kullanmalı, tasarrufta bulunurken cimrilik yapmamalı, sadece ve sadece Rabbin hoşnutluğunu esas almalı ve O’nun hoşnutluğu olmayan davranışlardan kaçınmalıdır.
Ayrıca cennet, israf etmeyen ve aynı zamanda cömert likte bulunanları kabûl ediyor, cehennem ateşi de müsrifler ve cimrileri yutuyorsa, o zaman kişi, hayatını mutlaka dün ya ve ahiret müvazenesi içinde dengelemeye çalışmalıdır. Nitekim, “Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu gözet, dünyadaki payını da unutma. Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi sen de iyilik yap. Yeryüzünde bozgunculuk (etmeyi) isteme. Doğrusu Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas, 28/77) âyeti kerimesi bize, bu denge ve ölçüyü ders vermekte dir. Âyeti kerimeyle bize âdeta şu denmektedir: Allah’ın sana ihsan ettiği şeylerle, öteler âleminde mesut olmanın yollarını araştırmayı da ihmâl etme! Tabiî bu arada, dün ya saâdet ve nimetlerini de unutma. İşte denge budur: Dünyaya dünyanın ömrü, âhirete de âhiretin müddeti kadar yönelmek.
4. Hz. Ali: “Nimetin kulları çoktur ama, nimeti veren Allah’ın kulları azdır” diyerek bu kıssadan alınacak dersi ne güzel özetlemiştir.