Latife Hanım'ın kızkardeşinin torunu Mehmet Sadık Öke, Atatürk'ün 9 Kasım'da öldüğünü söylemiş. ("Atatürk ölmedi, içimizde yaşıyor" diyecekler bu yazıyı hiç zahmet edip okumasınlar.) Sayın Öke 44 yaşında. Bu iddia, birinci elden tanıklık değil, aile içinde konuşulanlardan ve herhalde Latife Hanım'ın kızkardeşi, anneannesi Vecihe Hanım'dan duyduğu bir şey...
Dört ay önce yayınlanan çarpıcı bir kitabı fırsat bulup da ancak okuyabildim:
"Teyzem Latife"... Yazar Fatih Bayhan'ın Mehmet Sadık Öke'yle yaptığı bir "nehir-söyleşi"... Bu tür kitaplar, çok rahat ve hızlı okundukları için son yıllarda çok moda.
Öke, Atatürk'ün Latife Hanım'la evliliği ve boşanması konusuna birçok müthiş ayrıntı getirmiş.
Örneğin Fikriye Hanım'ın intihar etmediğini, Rusuhi Bey tarafından vurulduğunu buradan öğrenebilirsiniz. (Fikriye Hanım, terkedilmenin acısıyla, hem Atatürk'ü hem eşini vurmaya gelmiş Çankaya'ya, önlemişler.) Daha başka Çankaya dedikodularına hiç girmeyelim: "Bir süre köşkte kalan" dansöz Refet Süreyya Hanım (Fahrettin Altay'ın hatıralarında varmış)... Kadın kılığına girerek dans eden garson Saip...
Bir de Fransız şarkıcı Yvonne Vincent olacaktı yahu, Refii Cevat'ın (Ulunay) yazdığı...
Geçelim bunları. Sayın Öke, Atatürk'ün sanıldığı ve hep bilindiği gibi 10 Kasım'da değil, 9 Kasım'da öldüğünü, "son bir hafta boyunca süren pazarlıkların son gün yoğunlaşarak anlaşmaya varılması üzerine 10 Kasım'da vefatın ilan edildiğini" söylüyor.
Cumhuriyetin "taht kavgası" olsa gerek.
Doğru mudur bu? "Tabii bilirsiniz" diye başlamış sözüne, söyleşinin o bölümünde.
Hayır, bilmeyiz.
Biz de bilmedikten sonra, halk ne halt etsin?
Gerçi, "Atatürk'ün açıklandığı ve hep anıldığı şekilde saat 9'u 5 geçe değil, sabah 7 sularında öldüğünü, okulların ve resmi dairelerin mesai saati başlangıcına denk getirilmesi ve böylece törenlere katılımın kolaylaştırılması amacıyla kamuoyuna 9'u 5 geçe olarak bildirildiğini" duymuştuk ama...
Bunu ortaya atan da Çetin Altan olmuştu hatırladığımız kadarıyla, pek üstünde durulmamıştı...
Fakat 9 Kasım... Hayır, bilmiyorduk.
Diyeceksiniz ki, Atatürk 9 Kasım'da ölse ne farkeder, 6 Kasım'da ölse ne değişir?
Saat sekiz çeyrekte ölse ne olacak, on buçukta ölse ne yazacak?
Mesele bu değildir.
Ne tür rezillikler dönmüş o Dolmabahçe Sarayı'nda?
Nasıl gözümüzün içine baka baka yalan söylerler ve yetmiş yıl kimse ağzını açmaz? Nasıl kandırılır kuşaklar boyunca bu ülkenin vatandaşları?
Bu memleketin, bu rejimin her şeyi mi yalan dolan ve sansür üzerine kuruludur?
Hani "Kürt" diye de kimse yoktu ya, onun gibi... Hani ele geçirilen roketatarlar da su borusuydu ya, onun gibi...
Eski genelkurmay başkanı suçlamıştı ya, "alternatif tarih yaratmaya çalışıyorlar" diye, kimlerdir bunlar?
Engin Ardıç/Sabah..24 Ağustos 2011, Çarşamba