Önce, “çok pahalı, fiyatı çok yüksek” anlamına gelen “ateş pahası” deyiminin hikâyesine kısaca bir bakalım…
Derler ki, bir gün Kanuni Sultan Süleyman Halkalı taraflarında ava çıkmış. Aniden şiddetli bir yağmur bastırmış. Padişah ve adamları, avı bırakıp karşılarına çıkan ilk eve sığınmak zorunda kalmışlar.
Tabii o zamana kadar Padişah dâhil, herkes sırılsıklam olmuş.
Onları sucuk gibi ıslanmış gören ev sahibi, hemen bir ateş yakmış. Misafirler ateşin etrafında halka olmuşlar. Hem kurulanmışlar, hem ısınmışlar, hem de koyu bir sohbete dalmışlar.
Ev sahibi zeki mi zeki biri: Kulağına kadar gelen kırıkdökük kelimelerden misafirlerinin önemli insanlar olduğunu hemen anlamış. Yemekler çıkarmış, şerbetler sunmuş, bir dediklerini iki etmemiş.
Kanuni bir arao kadar keyiflenmiş ki, yanıbaşında oturan Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa’ya dönüp şakalaşmış:
“Şu zamanda bu ateş bin altın eder”!
Yağmur sabaha kadar dinmediği için de geceyi aynı evde geçirmişler.
Nihayet sabah olmuş, namazlar kılınmış, yemekler yenmiş, gitme sırası gelmiş…
Padişah binmiş atına, ama böyle gitmek olmaz, kendilerini tanımadan yardım eden ev sahibini memnun etmek, helâllık almak lâzım.
“Hizmetlerinden memnunuz, ev sahibimize bir kese verilsin” buyurmuş.
Hemen altın dolu bir kese verilmiş ev sahibine. Verilmiş, ama ev sahibi şöyle bir okkaladıktan sonra, “çok az” diyerek burun kıvırmış.
Padişah buyruğuyla bir kese daha vermişler, yine az bulmuş.
Üçüncü, dördüncü kese derken, beşincisi gelmiş: Beşinci keseyi de avucunda şöyle bir okkalayıp, “Verdiklerinizin tamamı vaad ettiğiniz paranın yarısı bile değil” deyince, Padişah merakla sormuş:
“Ne vaad etmişiz ki?”
“Şu zamanda bu ateş bin altın eder buyurmuştunuz, bu hesaba göre bin altın ateş için, bir altın da yatak ve yemek için olmak üzere cem’an bin bir altın vermelisiniz. Fiyatı siz kesmiştiniz.”
Doğrudan Kanuni’ye hitap ediyormuş. Kanuni gülümseyerek emretmiş:
“Ateş pahası olarak bin altın verilsin!”
O gün bugündür bu deyim “çok pahalı, fiyatı çok yüksek” anlamında kullanılıyor.
Niye hatırladım bu hikâyeyi? Çünkü günümüzde de her şey “ateş pahası”!
Çarşıpazar yangın yeri gibi! Ne satan memnun, ne alan…
Herkes bilir ki, serbest piyasa ekonomisinde fiyatlar talebe göre oluşur. Emirle, “vatan haini” ilân etmekle de düşmez.
Bir zamanlar patates ve soğanın fiyatı aşırı yükselmişti. Düşürmek için piyasaya mal arz edileceğine, depolar basılmıştı. Anlaşıldı ki, soğan, patates depolanmadan piyasanın talebi karşılanamaz: Baskınlardan vazgeçildi.
Şimdi marketlere baskın veriliyor. Bunların hiç biri fiyatları makul seviyeye çekmez. Birkaç marketçinin, pazarcının canı yanar, o kadar.
Fiyatları dengelemenin yolu, üretimi artırıp gereksiz aracıları ortadan kaldırmaktan geçiyor. Ama umut olarak takdim edilen “hal yasası” ne zamandır Meclis’te bekliyor.
Siyasete de kala kala “Her şeyi mevsiminde yerseniz ucuza gelir” demek kalıyor!
Yavuz Bahadıroğlu/Yeniakit 4 Şubat 2019