Fransa’da bulunan ünlü Versailles (Versay Sarayı) ilk inşa edildiğinde (1661 yılında) tuvalet veya banyo düşünülmemiştir. Bunun sebebi o zamanki asillik anlayışında, asillerin istediği yerde ihtiyaçlarını giderebileceğidir. Bu sebeple Avrupada yaygın olarak Versailles sarayının kokusunun Avrupadaki tüm saraylardan eşsizolduğu söylenirdi. 1768 yılına kadar da sarayda işleyen tuvalet yoktu.
1789 yılında Fransız Devriminden sonra bütün sarayda sadece 9 tane tuvalet vardı ve bunlar sadece kral ve yakın aile üyelerine aitti. Sarayın geri kalan çalışanları lazımlık kullanırdı ve bu kokular daire ve genel atmosfer ile çalışanların giysilerini tamamen sarardı. Yasaklanmış olmasına rağmen lazımlıklar genellikle çalışanlar tarafından oda pencerelerinden dışarı boşaltılırdı. Herkes istediği yerde ihtiyacını giderdiği için Paris’te sokaklar, avlular, parklar pislik ve kokudan geçilmez haldeydi.
Kral, 1606 yılında alenen ihtiyaç giderenlerden ceza alınmasını emretti. Suç işlerken yakalananlar çeyrek altın tutarında ceza ödemeye mahkum ediliyor, cezayı ödemeyenler ise 24 saat hapsediliyorlardı. Fransa kralının özel dairesine giden koridor, durmadan gidip gelenler yüzünden son derece pis idi. Sanki bir saraya değil de bir ahıra giriliyormuş gibiydi. İddiaya göre Fransa kralı 14. Luis sabahları avucuna damlatılan şarap hülasasıyla temizlendiğini zannediyormuş. Asla dişlerini yıkamamış, vücudunu ise alkol karıştırılmış suda ve ancak hasta olduğu zamanlarda yıkamıştır. Sarayda durum böyleyken, halk ise Sen Nehri’ne girerek pisliklerinden arınıyorlarmış (!) Yazar Fikret OĞUZTÜRK’ün “Ortaçağı Özledim “ isimli kitabından bir alıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum: Katil Avrupalının sadece içi değil dışı da kirlidir. Son zamanlara kadar da kirli kalmıştır. Bazı yabancı filmlerde, seyredenler görmüşlerdir.
Kadın veya erkek elinde ıslatılmış bir bezle koltuk altlarını ve boynunu silerek temizlenir veya temizlendiğini zanneder! .. Yine bazı filmlerde, elinde bir bardak su ve diş macunu sürülmüş diş fırçasıyla dişlerini fırçalayan kişi, bardaktaki su ile ağzını çalkalayarak aynı bardağa döker ve bu işlemi tekrar tekrar yapar. Seyrederken adeta insanın midesi ağzına gelir. Şu meşhur küvetleri bilirsiniz... Yıkanırken kirlenen suyun içinde temizlenmek! Bu, Avrupalının ve Avrupalılaşanların temizlik anlayışının en iyi göstergesidir! . Günümüz Avrupasında; bilhassa Pariste parfümeri endüstrisinin çok gelişmiş olması, Avrupalının asırlardır temizliği günah sayışının neticesi olarak leş gibi kokması ve bu kokuyu örtmek isteyişinin ürünüdür...
Şimdi Avrupalının, yani şu medeni barbarların temizlik anlayışına kendi kaynaklarından biraz göz atalım: Dr. Cabanesden yapılan bir tercümede, Fransanın ve Fransızların ne derece korkunç bir pislik içinde yüzdüğü şöyle anlatılıyor: Ortaçağ sonlarına doğru yalnız evlerde değil, asiller ve zenginlerin saraylarında da hela (tuvalet) yoktu! .. İhtiyaçlarını gidermek isteyenler, altında bir çeşit oturak bulunan iskemlelerine oturarak rahatlarlar; bu iskemleyi de odalarının bir bölmesine gizlerlerdi. Bahsi geçen oturakların pis kokusunun yayılmaması için kapaklı birer kutu içine konulduğu ve yatağın başucunda (kadın ve erkeğe ait) iki adet sağlı sollu konulduğu, zamanla bu kutuların yatak odası takımlarındaki komidin olarak; günümüzde, bizim de evlerimizi şereflendirdiğini acaba biliyor muyduk? ..” Ünlü Fransız yazar ve gezginci Dr. A.Brayer “ İstanbul’da Dokuz Yıl” adlı kitabında (1936) şu ibretlik cümleye yer vermiştir: “ Bu gün bir Avrupalı, fakir bir Türk köylüsü kadar temizliğe dikkat etmez. Eski Paris’in ne kadar pis bir şehir olduğu herkesçe bilinir.
Türklerin temizliğine ulaşabilmemiz için daha en az yarım asra ihtiyacımız var.” Fransız yazar Bussy-Rabutin (1618– 1693) tiyatrolarda tuvalet bulunmadığını, ihtiyaçların locaların içinde karşılandığını, ellerinde bir kova ve geniş bir pelerinle Viyana sokaklarında bazı kimselerin “ İhtiyacı olanlara kolaylık! Gelin oturun ve rahatlayın” diye bağırdıklarını yazar. “Tuvalet “ İngiltere’ye 17. yüzyılda girebilmiştir. Yine aynı şekilde pislikleri sokaklara dökmek 17. yüzyıla kadar Almanya’da adetti. Pariste Banyocu denilen bir esnaf kitlesi vardı.Bu adamlar, o devirde, ikişer ikişer gezerler, bir arabanın üzerine oturttukları bakırdan bir tekneyi peşlerinden sürükleyerek sokak sokak, mahalle mahalle dolaşırlardı.
Eğer yıkanmak isteyen bir aile tarafından çağrılırlarsa bakır tekneyi evin bu iş için elverişli bir yerine yerleştirirler, sonra da ellerindeki kovalarla sıcak su taşıyarak tekneyi doldururlardı.Teknenin içine önce evin erkeği girer yıkanır,onu sırasıyla, evin hanımı, çocukları ve hizmetçiler takip ederdi. Bu şekilde yıkanmak o kadar zor,o kadar masraflı idi ki, dar gelirli şehirliler,böyle bir lükse çok seyrek kalkışırlardı.Orta halli bir Parisli bile ancak bayramlardan, önemli günlerden önce yıkanıp temizlenirlerdi.Hele kadınların pek çoğu evlenmeden önceki gece yıkanıp temizlenirdi o kadar.