Geleceğe ait söylediği sözlerin kehanet değil, bağlı bulunduğu üst aklın aldığı kararlardan ibaret olduğunu pek çok kimse gibi biz de geç anladık. Nitekim 1982 yılında Van’da ziyaretime geldiğinde söyledikleri de böyle olmuştu.
Sözde aranıyordu. Hâlbuki o bütün Türkiye’yi bu dönemde dolaşmıştı. “Onlar şahsımla uğraşırken hizmetimizin inkişafını gözden kaçırıyorlar” yutturmacası da bir diğer yalanıydı. Daha sonra Kenan Evren’in ağzından da duyacağımız, “Hoca çok akıllı adam, bizi kendisiyle meşgul etti, bu arada yapmak istediklerini gerçekleştirmekten de geri durmadı” ifadesi Naci Tosun tarafından kendisine aktarılırken sinsi sinsi gülmüş, nasıl da memnun olmuştu. Elbette o sıralarda olanların CIA, MOSSAD ve Mason biraderlerin ortaklaşa bir tezgâhı olduğunu biz Anadolu’nun saf çocukları bilemezdik.
Van’a geldiğinde, sohbet arasında o günlerde tanıdığım bir şeyh efendiden kendisine bahis açtım. İlk sorusu “Kaç yaşlarında?” oldu. Bilmediğimi söyledim. Sözünü şöyle sürdürdü: “Yakın zamanda bilinen şeyhlerin hepsi ölecek. Sami Efendi, Mahmut Efendi ve diğerleri hep ölecekler. Onlardan boşalan yerleri de biz dolduracağız. Abiler (Bediüzzaman’ın varislerini kastediyor), benim ölmemi bekliyor, ben de onların ölmesini bekliyorum. Onlar öldüğünde bütün Nur camiası bizim çatımız altında toplanacak. İmamet bizde. Herkes bize tabi olacak…”
Meğer dedikleri kehanet değil, karanlık mihrakların ona verdikleri vazife imiş. 15 Temmuz ihanetinde hevesleri kursağında kalmasaydı, belki dedikleri bir bir olacaktı.
Muhsin Yazıcıoğlu merhum için söyledikleri de aynı kategoride değerlendirilebilir. Mesela, 15/1/1996 tarihli sohbetinde “Muhsin’in menşei onun önünü kesebilir. Türkiye yeni oluşum ister” demiş. 3/5/1997 tarihli sohbetinde de “Bir Muhsin var, fakat…” diyor.
Daha öncesinde şahit olduğum sohbetlerin pek çoğunda Muhsin Yazıcıoğlu’na çok ciddi sempati muhtevalı sözler söyleyen Rabin oğlu Fetul, Refah Yol hükümetini destekledi ve evine gönderdiği aracı albayın dediklerini geri çevirdi diye önce Muhsin Başkanla arasına rezerv koymuş, sonra da onun önünün kesileceğini söylemiştir. Bu haini yakından tanıyanlar iyi bilirler ki, onun fakat kelimesinde sükût etmesi, dillendirmeden kin, gayz ve nefret dolu manaları ifade içindir.
Daha sonraları Muhsin Başkanın çete isimlendirmesiyle FETÖ’ye açıktan meydan okuması bardağı taşıran son damla olmuş, bilindiği şekilde FETÖ tarafından acımasızca, alçakça, kahpece öldürülmüş, şehit edilmiştir. Fetul bu olayı değerlendirirken ne kadar iğrençtir. ”Aldanırsanız, bir Perşembe öldürülürsünüz, cenazenize ancak Cuma günü ulaşılır” demiştir.
1997 yılıydı. Telefonla aradı, görüşmek için davet etti. Odasına geçtik. “Türkeş beni öldürtmek için emir vermiş. Vazifelendirdiği de bizim arkadaşlardan biri. Geldi boynuma sarıldı. Hocam ben size nasıl kıyarım, dedi ağladı. Sonra da olayı anlattı” dedi. Aradan üçbeş gün geçmişti ki Alparslan Türkeş aniden ve kalp krizinden vefat etti.
Alparslan Türkeş’in böyle bir emir verip vermediği ve bu sözü taşıyanın kim olduğu bizce bilinmiyor. Oğlu Tuğrul Türkeş’e bu olayı aktardığımda gülmüş, “Alparslan Türkeş bir kurmay asker. Hiç gidip ağlayarak boynuna sarılacak adama böyle bir emir verir mi” demişti. Amerika’ya bir gidişimde Tuğrul Türkeş’in sözünü Fetul’a aktardım, dinlemekle yetindi, hiç tepki vermedi.
Bu olaydan benim çıkardığım sonuç şudur: Genelde bütün siyasi liderlere, kanaat önderlerine, iş dünyasının ileri gelenlerine, paşalara ve üst düzey bürokratlara uygulanan taktikle FETÖ kriptoları merhum Alparslan Türkeş’e de yakın olmuş, güvenini kazanmışlardır. FETÖ’nün nasıl hain emeller peşinde olduğunu ve bu ihanetin nerelere kadar uzanacağını Alparslan Türkeş biliyordu. Ve bunu önlemenin çarelerini arıyordu. Merhum Türkeş’in atraksiyonlarından FETÖ elebaşı da haberdardı. Kendisi için çok ciddi engel gördüğü Türkeş’in infazını emretti. Ona yakın kripto FETÖ elemanı veya elemanları da emri gerçekleştirdi. Nitekim Turgut Özal’a da o derece yakındılar. Turgut Özal’ın FETÖ tarafından öldürüldüğü artık herkesin kabulü. Aynı şey niçin merhum Alparslan Türkeş için de geçerli olmasın? İkisinin de kalp krizinden vefat etmesi sadece bir rastlantı mı? Hatırladığım kadarıyla söz konusu sohbette Tuğrul Türkeş, vefatından birkaç gün önce babasıyla tesadüfen uçakta karşılaştığını, yan yana oturup sohbet ettiklerini, gayet sağlıklı olduğunu ve hiçbir sağlık probleminin de bulunmadığını söylemişti.
Kan çeker, katiller kurbanlarının cenazesine katılırmış. Fetul’ün, özel arşivimde kayıtlı olduğu şekliyle dünyada hiç kimseye söylemediği en galiz ifadeleri kullandığı, en çirkin yakıştırmaları sarf ettiği merhum Alparslan Türkeş’in cenazesine, hem de üç beş gün önce kendisini öldürme emri verdiğini söylemişken ve en yakınları için bile göstermediği tehalükle herkesten önce koşup katılması, cenaze namazına katıldığını göstermek için de elinden gelen bütün medyatik argümanları kullanması üzerinde durulması gereken önemli bir ipucu hal ve çok net bir suç izi davranıştır. Milli hafızaya arz olunur…
Latif Erdoğan/Yeniakit