Ana Sayfa
10 Şubat 2022 ( 10350 izlenme )
Reklamlar

Bir misyonerin itirafları

Robert Koleji'nin kurucusu Amerikalı papaz Cyrus Hamlin'in yazdığı ve yaklaşık 35 yılını geçirdiği İstanbul'da verdiği okul mücadelesini anlattığı hatırat; aslında tarihî bir vesika hükmündedir.İstanbul'dayız...İstanbul'a vardıktan birkaç gün sonra Sultan Abdülmecid vefat etti. Bize karşı dostça yaklaşan bu padişahın yerine Sultan Abdülaziz hükümdar oldu.

İstanbul'da satın almış olduğumuz arsaya, Amerika'ya gitmek için yola çıkmadan evvel bina yapımı yasaklanınca ve bizim danışma kurulu da herhangi bir iddiayı sürdürmenin akıllıca bir iş olmayacağı düşüncesinde fikir birliğine varınca, büyük bir tereddüt ve kafa karışıklığına duçar oldum. Fakat kısa sürede ilk seçmiş olduğum asıl arazi ki kolej şimdi onun üzerinde bulunmaktadır makul bir fiyata bana teklif edildi. Kalbim sevinçten yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Sevincim, yalnızca söz konusu yerin her bakımdan tercih edilebilir olmasından kaynaklanıyor değildi; aynı zamanda tam da binanın dikileceği noktada mükemmel inşaat taşlarını barındırmasından ileri geliyordu. İlk seçtiğimiz yerde bina malzemelerinin oraya nakliye masrafı çok fazla olacaktı. Buradaysa malzemeler arazinin üstündeydi. Taşlar da en kaliteli cinstendi. Bitişiğimizde bulunan ve 14521453 yıllarında dikilmiş olan surlar bunlardan inşa edilmişlerdi ve geçen 4 asır onlara gözle görünür bir tahribatta bulunmamıştı. İlk arsada bina inşaatının yasaklanması paha biçilmez bir hayra vesile olmuştu. Demek ki bizim üzüntülerimiz çoğu defa kılık değiştirmiş lütuflardır.

Araziyi meşhur Ahmed Vefik Efendi'den (ileride paşa olacaktır) satın aldım. Paranın, hükûmet o arazide bir kolej inşasına yasal izin verince ödenmesi şartını koştum. Birkaç aylık gecikmeden sonra izin verildi; sonuç itibarıyla parayı Ahmed Vefik Efendi'ye ödedik ve tapular devredildi. Sınırların dikkatlice teftiş edilmesi esnasında, bizim yerin tam merkezinden tehlikeli bir üçgen parçasının kesilerek başka biri tarafından sahiplenildiğini fark ettim. Donup kalmıştım. Burasını, bize ne muazzam bir zarar verebileceğinin farkına varmadan alan kişi seksen pounda satın almıştı. Araziye gidip bina için hazırlık yapmaya başladığımda Bâbı Âli'den bir görevli geldi ve şöyle dedi:

"Bazı formaliteler hâlâ tamamlanmadı. Bunlar tamamlanıncaya kadar beklemek zorundasınız."

"Ne kadar sürer?"

"Birkaç hafta...”

"Ne formalitesiymiş bunlar"

Bilmiyordu. Cizvit misyonlarının reisi olan Abbe Bore'un bu girişime karşı bir muhalefet başlattığını anlamakta gecikmedim. Onun böyle davranması mazur görülebilir. Zira uzun zamandır bir kolej inşası için izin almaya gayret ediyordu, lakin muvaffak olamamıştı. Türkler dörtyüz yıldır Boğaziçi'ni herhangi bir Hıristiyan kirlenmesinden muhafaza ediyorlardı. Şimdi bir Kuzey Amerikalı'nın çıkıp da onun yapmak istediği şeyi başaracak olması, doğal olarak, affedilebilir şey değildi. Halbuki bunu yapmak için kendi arkasında, bu işi becermeye muktedir olan Fransa'nın gücü bulunuyordu. Üstelik bu yasağı güven altına almada kendisine katılacak kudretli pek çok muhalif bulabilirdi. Katolik büyükelçilerin hepsi bizim bütün çabalarımıza düşmandılar. Fakat Rusya'nın, Türklerle beraber yürüttüğü etkin ve arsız muhalefet diğerlerinden çok daha tesirliydi.

Amerikan büyükelçiliği, koleji koruma hususunda aktif bir rol oynama eğiliminde değildi. Bu bir ticarî mesele değildi. Nitekim ikamet elçimiz Hon. E. Joy Morris, Amerika'nın Osmanlı ile yaptığı antlaşmanın bir ticaret antlaşması olması hasebiyle kendisinin bu durumda hiçbir zorunlu görevi olmadığını açıkladı. Ona, "eğer bir tüccara ait bir gemi dolusu Rom içkisi bu meseleye dâhil olsaydı ne yapacaktınız" diye sordum. "Böyle bir durumda kesinlikle müdahale ederdim" diye cevap verdi.

Bunun üzerine ben de İngiliz büyükelçiliğine müracaat ettim. O dönemde büyükelçi yoktu; işleri maslahatgüzar yürütüyordu. Makamdaki kişi son derece nazik biriydi ve nüfuzunu işgüzarlık yaparak el altından kullanacağını, ancak bunu resmî olarak yapamayacağını söyledi.* Şayet İngiltere bizim tarafımızda meseleye kesin olarak müdahale etmezse, engellerin, üstesinden gelinemeyecek kadar dişli olduklarına kani olmam için aylar geçmesi gerekmedi. Bizim talebimiz dilden dile dolaşıyordu; Türk hükûmeti de ebediyen bunda ısrar edemezdi.

Güney ve Kuzey Amerika arasındaki korkunç savaş bütün şiddetiyle devam ediyordu. Mr. Robert'in bu teşebbüsten vazgeçmesinden korkuyordum. Fakat tam aksine onun kararlılığı artıyordu. İki haftada bir kendisine mektup gönderiyordum. Mektuplarımda, yapmış olduğum her şeyi son derece açık bir dille anlatıyordum. Genelde benim gidişatımı onaylıyor ve şöyle diyordu: "İkimiz sonuna kadar bunun kavgasını vererek bu meseleyi çözüme kavuşturacağız. Siz ve ben Mr. Hamlin, bu işi bütün zorluklara rağmen tamamlayacağız." O, tam da bu zamanın ve bu işin adamıydı.

İzin konusundaki gecikmenin çok uzun süreceği gittikçe aşikâr hâle gelirken aklıma bir çıkar yol geldi. Bu sayede düşman kanadını çevirebilir ve herhangi bir kimsenin iznini almaksızın koleji açabilirdim. Bebek İlahiyat Okulu Merzifon'a taşındıktan bu yana onun binası ve müştemilatı boş duruyordu. Türk hükûmetinin, o tarihlerde güncel olan ve kutsal sayılan bir kaidesi vardı. Âdet (yerleşik kural) adı verilen bu kaideye göre, "belli bir süreliğine tesis edilmiş, insanlarca ve hükûmetçe malum olan ve müdahale edilmemiş herhangi bir şey" bulunduğu hâl üzere mevcudiyetini sürdürme hakkı kazanırdı. "Sultan'ın fermanı bile âdeti yürürlükten kaldıramaz" diye genel geçer bir söylem vardır.

* "İşgüzarlık yaparak el altından (officious)" ve "resmî olarak (officially) tâbirleri, İstanbul diplomasisinde yaygın bir kullanıma sahiptir. Muhtemelen bu, o sahayla sınırlanmıştır. Basit anlamıyla gayriresmî demektir.

Robert Kolej Uğrunda Bir Ömür, Cyrus Hamlin, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2012

Önerilen Videolar

Reklamlar

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Alman Şansölyesi Angela Merkel'in babası kim? Fatih Portakal canlı yayında fena çuvalladı İslam'a hakaret eden Fırat Erez hakkında çarpıcı iddia! DHKP-C'li İbrahim Gökçek'e ağıt yakan Ayşe Sarısu Pehlivan YARSAV’ın HSYK adayı çıktı