Gerisini Edhem Bey’in anılarından okuyalım: “(İsmet Paşa) Başını kaldırınca beni gördü. Bakışlarında hayret ve ürkeklik vardı. Ayağa kalktı. Şaşırmıştı. Tereddüt geçirdi… Sonra süratli adımlarla bana doğru geldi. Yüzündeki şaşkınlığı hemen tebessüme çevirmeyi başardı. İki eliyle ellerimi tuttu, daha sonra ellerini kollarıma doğru çıkardı ve o vaziyette konuşmaya başladı:
“Ne vakit teşrif buyuruldu? Elleriniz sıcak ve ateşli. Doktorunuz seyahatinize nasıl müsaade etti? Hastalığınızı hakikaten merak ediyordum. Şöyle buyurun.” Edhem Bey şöyle cevap verdiğini yazıyor: “Samimiyetten eser kalmayan müşterek mesaimize son vermeye geldim. Niçin böyle yapılıyor, anlayamıyorum. Aleyhime gizli-açık birçok tedbirlere başvuruluyor…Rica ediyorum, eğer kendinize ait olmasını istediğiniz, fakat açıkça ifade edemediğiniz hususlar varsa, bunları işte karşı karşıyayız, cesaretle söyleyin.
.” Arada itiraz etmeye kalkıştığını söylediği İsmet Paşa’yı susturup devam ediyor: “Ben sizinle açık ve ciddi konuşuyorum ve böyle olmanızı rica ederek açık ve samimi cevap bekliyorum.” Sözü bu kez İsmet Paşa alıyor ve öfkesi burnunda Edhem Bey’i yatıştırmaya çalışıyor: “Allah fesatçıların cezasını versin Edhem beyefendi... İtimad ediniz ki ben sizin gibi arkadaşlarımın mevcudiyetine güvenerek Garp Cephesi Kumandanlığı’nı aldım... Ordu içinde menfi propaganda yapanları teker teker araştıracağım ve cezalandıracağım. Ben bu hizmeti beraberce yürüteceğimize samimiyetle inanıyorum. Sizin de aynı histe olduğunuzu çok iyi biliyorum.” Özü-sözü aynı olan, hile-hurda bilmeyen Edhem Bey,İsmet Paşa’nın yanından kısmen tatmin olmuş olarak ayrılıyor. Kendisine yanlış istihbarat verildiğini düşünüyor. Fakat hüküm çoktan verilmiştir. ne yapsa artık kâr etmeyecektir…
Nihayet BMM’ine ağır bir telgraf çekmek suretiyle “Hayatının hatası”nı yapıyor. Bu telgraf kendisini tutan milletvekilleri tarafından bile “tehdit” olarak algılanıyor ve bu yüzden İsmet Paşa, ilk kez Meclisin desteğini kazanıyor. Onun son aradığı da zaten budur… Harekete geçiyor… Edhem Bey’i sıkıştırmaya başlıyor. Ve ağabeyiyle birlikte Yunanlılara sığınmak zorunda bırakıyor. O sırada Edhem Bey ve ağabeyi Reşid Bey’in elinde hatırı sayılır miktarda para ve mühimmat vardır: Ancak tek kuruşuna dahi el sürmüyorlar… Maaşlarından arta kalan birkaç kuruşla yurt dışına çıkıyorlar ve sefalet içinde yaşıyorlar.
Sonradan Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde idamlarına hükmediliyor… 150’likler listesine alınıyorlar. 1937’de diğerleriyle birlikte affediliyorlar, (Atatürk’ün Edhem Bey’e para ve pasaport gönderttiği söylenir) amaEdhem Bey çok sevdiği ülkesine dönmeyi içine sindiremiyor. Bunu da hatıralarında şöyle izah ediyor: “Ben milletime ve tarihe ‘hain’ diye tanıtılmış, gıyabında idama mahkûm edilmiş bir adamım… “Ama hakikatte ben, asgari bana böyle diyenler kadar vatanperverim. Ve Milli Mücadele’de hepsinden kıdemliyim. “Ben hain olmaya icbar edildim, buna rağmen hain olmadım.
Şimdi hakikatleri açıkça konuşabilecek miyiz? Hepimiz adil ve bitaraf hâkimler önüne çıkabilecek miyiz? “Haydi, bunlar oldu diyelim; ya zihinlere yerleştirilmiş menfur kanaatleri nasıl ıslah edeceğiz. Burada gurbette ölürüm, fakat hiç olmazsa günün birinde doğru tarihin hakikatleri ele almasını ümit ederek gözIerimi kaparım.” Edhem Bey 1948 Eylül’ünde Amman’da hayata gözlerini yumuyor… Şeria Nehri’nin kıyısında toprağa veriliyor.
Çerkes Edhem Bey başta olmak üzere yakın tarihimizin pek çok “sırrı”var… “Çerkes Edhem Olayı” bunlardan sadece biridir. Aradan çok zaman geçmiş, köprülerin altından çok sular akmış, zaman pek çok hassasiyeti törpülemiştir. Konuyu yeniden alma zamanıdır. Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınçda Bursa konuşmasında bu kanaati seslendirmiştir.
Yavuz Bahadıroğlu/yeni akit