Bir meslektaşım şöyle bir soru attı ortaya: “De ki, Atatürk diktatör olmaya mecburdu, peki biz o diktatörlüğü hâlâ kutsamaya ve en iyi yönetim biçimi olarak çocuklara ezberletmeye mecbur muyuz?”
Sahi, mecbur muyuz?..
Değilmişiz gibi gözükse de, evet, mecburuz galiba! Bizi buna “mecbur”,hatta “mahküm” eden de Türkiye Cumhuriyeti Devleti…
Varlığına baş koyduğumuz devlet!
Soruyu şu şekilde sorsak: “Devlet, çocukların beynine yalanyanlış bilgiler ekmek mecburiyetinde mi?”
Yürürlükteki kanunlara göre sorunun cevabı “evet”tir!
Evet, Bandırma Vapuru’nun “çürük” olduğuna inanacaksınız!..
Atatürk’ün Samsun’a kend insiyatifi ile gittiğine, kendi kendisini görevlendirdiğine (bizim ders kitaplarında böyle yazardı, şimdikilerde sanırım geçiştiriliyor) inanacaksınız!..
Atatürk’ün “en büyük kahraman” (yani gerçekten “AtaTürk) olduğuna, hiçbir hata yapmadığına, her kararında isabet ettiğine, İsmet İnönü ile el ele vatanı kurtardığına, astıklarının ve sürdüklerinin “vatan haini”,sevdiklerinin “vatansever” olduğuna inanacaksınız!..
Padişahların doğru hiçbir şey yapmadıklarına, sadece “Sarayın dört duvarı arasında mirasyediler” (cumhuriyetin onuncu yılı münasebetiyle devletin yayınladığı “Nasıldı, Nasıl Oldu?” isimli kitaptan) gibi yaşadıklarına inanacaksınız!..
“Diktatörlük” gibi gözükse de, Atatürk ve İnönü dönemlerinde Türkiye’de“demokrasi” olduğuna (ki, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bile böyle bir iddiası oldu), Demokrat Parti’nin işbaşına gelmesiyle işlerin karıştığına inanacaksınız!..
Hiçbir belirtisi olma bile, Atatürk ve İnönü dönemlerinin “kalkınma dönemi” olduğuna, Demokrat Parti ile birlikte ülkenin gerilemeye başladığına inanacaksınız!..
Atatürk’ü ve dönemini tartışmamanın “memleket hayrı”na olduğuna inanacaksınız!..
Tek kurtuluş yolunun “Atatürk yolu” olduğuna, ülkeyi “Atatürk ilkeleri”nin“Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine” çıkardığına inanacaksınız!..
Elinize ne kadar belge geçerse geçsin, CHP iktidarı döneminde camilerin ahır yapılmadığına, satılmadığına, kiralanmadığına, ezanın Türkçeleştirilmesinin faydalı olduğuna, “Alfabe Devrimi”nin okumayazmayı kolaylaştırdığına, “Şapka”, “Takvim”, “saat”, “ölçütartı Devrimleri”nin ülkeyi çağdaş ülkeler arasına taşıdığına inanacaksınız!..
Fırsatınız olursa, Allah’a ve peygamberlerine de inanabilirsiniz!
Ne günlere kaldık: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı “dini kutsalları”eleştirebiliyor, ama “Cumhuriyet kutsalları”nı eleştiremiyor!
Bunu söyledim ya, bir yerlerden şu mealde cevaplar gelir: “Hakaret yasaktır, eleştirmek değil”…
Kâğıt üzerinde öyle de, hakkatte farklı: Her eleştiri “hakaret” kapsamında değerlendiriliyor.
“Atatürk’ün aziz hatırası” diye başlıyor savcılar, herşeyini beğenmek zorunda olduğunuz noktasına kadar getiriyorlar.
Atatürk’ü sevmek zorunda olduğumuza dair bir kanun yok (buna da şükür mü diyelim?), ama uygulamalar o kapıya çıkıyor…
Zaten bunun için bir televizyon programcısı, programına “konuk” ettiği başörtülü kızı sıkıştırıyor: “Atatürk’ü seviyor musun?”
Bu mudur yani?..
İlkokula başladığım günlerde, buna benzer bir soruyu, Başöğretmen Hikmet Bey sormuştu: “En çok kimi seviyorsun?”
Aileden gelen bir refleksle, “Allah’ı” deyince, Başöğretmenimin yüzü düşmüş, kaşları çatılmış, “Seninle işimiz var” demişti.
“Koca başöğretmenin benim gibi küçücük bir çocukla ne işi olabilir” diye içlenip sahile inmiş, koca taşların arkasına saklanarak ağlamıştım.
Envai çeşit saçma sapanlıklarla hem bizi, hem anamızı ağlattınız be Kemalistler!..
Canımıza tak etti artık!
Yavuz Bahadıroğlu/Yeni akit