Bazı yazarlar, I. Cihan Harbi’nin kopmasını yeni bir buluş olan telgrafa bağlar; o zamanki liderler, seferberlik öncesi müzâkereleri telgrafla yapmamış olsaydı, savaşın önlenebileceğini söyler. Zira devlet adamları, telgrafın, mektubun yerini almasıyla ortaya çıkan hızlı bilgi akışına alışık değildi.
Gelen bilgileri doğru değerlendiremediler, acele ettiler. Âdetâ basiretleri bağlandı.
1914, sömürge imparatorlukları kulübünde geç de olsa yerini almak hayalleri kuran Almanya’nın sebebiyet verdiği iki kutuplu devrenin son senesidir. Avusturya veliahdinin Bosnasarayı’nda bir Sırb tedhişçi tarafından öldürülmesi ve bunun üzerine Avusturya’nın verdiği ültimatomu, Rusya’ya güvenerek reddeden Sırbistan’ın işgaliyle, tarihin en büyük felâketlerinden biri olan I. Cihan Harbi başlamıştır.
Muharib ülkelerde seferberlik ilan edilmiş; eli silah tutan bütün gençler orduya çağrılmıştır. Halkın araba ve hayvanlarına el konulmuştur. İngiltere’de mecburi askerlik ilk defa bu harbde getirilmiş; hatta binlerce kişi tarafından da protesto edilmiştir. I. Dünya Savaşı artık bir sanayi savaşıdır. Tayyare, tank, denizaltı, bombardıman, zehirli gaz ilk defa kullanılmıştır. Tarihte harblerin hep lokal yaşandığı Avrupa ahalisi, ilk defa topyekûn harb ile tanıştı.
I. Cihan Harbi, insanlık tarihindeki dönüm noktalarındandır.
Dünyada çok şeyi değiştirmiş; ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştır. İmparatorlukların yerini, farklılıkların “azınlık” olarak yaşamasına müsaade edilen “ulus devlet” almıştır. Daha evvel ayıplanan milliyetçilik cereyanı güçlenmiştir. Habsburg, Hohenzollern, Romanov ve Osmanlı gibi kaç asırlık hanedanlar yıkılmış; rejimler değişmiştir. Eskiden “ayak takımının hâkimiyeti” olarak küçümsenen cumhuriyet, artık devrin gözde sistemidir.
Parlamentolar, tarih boyunca hükümetten bir şeyler kemirerek teşekkül etmiştir. Ama artık zaman eskisi gibi değildir. Teknoloji, yürütmenin güçlü ve çabuk olmasını gerektirmiştir. Parlamentolar, eskiden kralların düştüğü hâle düşmüştür. I. Cihan Harbi, âdetâ parlamenter hükümet devrini kapatmış; icranın güçlü olduğu bir devir açılmıştır. Kıta Avrupası’nın Amerika karşısında gerilemesi, güçsüz hükümetler ve koalisyonlarla izah edilmiştir. Bu da Almanya, İtalya, İspanya, Rusya ve Türkiye’de diktatörlükleri doğurmuştur.
I. Dünya Savaşı, cemiyetin düzenini altüst etti. İnsanlar fakirleşti. Aristokrasi ağır bir darbe aldı; bu da o zamana kadar hep aristokrasinin himayesinde yaşayan sanat ve estetik anlayışı değişti. Savaş bitince, hiçbir şey eskisi gibi güzel olmadı. Onun için bu harb öncesi yıllar, “Le Belle Epouqe” (Güzel Devir) diye hatırlanır.
Faturanın büyüğü
En büyük felâket, savaşta bir milyon evladını kaybeden ve iflâs eden Türklerin başına koptu. Osmanlı ülkesi parçalandı. Üretici ve tahsilli genç nüfus, cephelerde harcandı. Millet süpürge tohumundan yapılmış ekmeği bulamazken; karaborsa ve vagon ticareti sayesinde savaş zenginleri türedi. Anadolu’nun yerli halkı sürgün edildi. Binlerce insan yurtlarından oldu. Ağır ve meşakkatli göçler yaşandı.
Cepheyi genişleterek Almanya’yı rahatlatmak üzere harbe giren ve bunun için külliyetli bir yardım uman İttihatçı hükümetin, harbe bir de cihad-ı mukaddes ismini takması ayrı bir ironidir. Halbuki harb esnasındaki kötü idare, Arapları küstürmüş; İslâm kardeşliği mefhumu yaralanmıştı. Halifeliğin kaldırılmasıyla İslâm dünyasında otorite boşluğu çıktı. Bu da İslâmî marjinal grupların doğmasına sebep oldu.
Türklerin ödediği bedelin en büyüğü, bin yıllık bir kültürün yok oluşudur. Siyasî, sosyal ve dinî gelenekler tarihe karıştı. Daha evvel telaffuzu şöyle dursun, akla hayale gelmeyecek değişiklikler gerçekleşti. Osmanlı sosyal nizamı altüst oldu. Aileler parçalandı. Ahlâk dejenerasyona uğradı. Eski terbiye kayboldu. İnsanlar can derdine düştüler.
Sonradan Kemalist rejimin kurucularından olacak Rauf (Orbay) Bey’in 1918’de Limni adasında imzaladığı Mondros Mütârekesi ile bitmesi gereken savaş, Anadolu halkı için 1923’e dek sürdü. İplerin tekrar İttihatçılara geçmesinden korkulduğu için, Anadolu sınırları içinde askerden arındırılmış “barışçı bir Osmanlı Devleti” kurmayı esas alan barış müzakerelerinden netice çıkmadı. Müttefikler, “Bizim derdimiz Almanya ileydi. Sizin savaşta ne işiniz vardı? Cepheyi genişlettiniz ve savaşı uzattınız” dercesine, en ağır cezayı Osmanlı Devleti’ne kesti.
Müslümanların yaşadığı yüz binlerce kilometrekarelik Arap topraklarını kaybettiği gibi; Pâyitaht İstanbul ve Anadolu işgale uğradı.
Sıhhiye çadırında çay içen yaralı Osmanlı askerleri
Sultan Kanuni devrinde fethedilen toprakları tekrar ele geçirme hayalini kuran İttihatçılar kaçmış; faturayı, geride kalanlara bırakmışlardı. Yediğinin parasını ödeyemeyen kimse, bulaşıkları yıkadığı gibi; Türkler de tarihlerinden vazgeçmek suretiyle kendilerine kesilen faturayı ödeyebildiler.
Prof Dr.Ekrem Buğra Ekinci.06 Ağustos 2014 Çarşamba
Fransız ordusunda Kuzey Afrikalı Müslüman askerler
Askere gönüllü yazılanlar
Birinci Cihan Harbi'nde dört müttefik hükümdar: Alman, Avusturya ve Osmanlı İmparatoru ile Bulgar Kralı
Harbde gözlerini kaybeden İngiliz askerleri