Hangi bir safsatayı yazacağımı ben de şaşırdım Muhalif basın zavallılığın doruklarında gezinmeyi seviyor. Cumhuriyet bayramı kışkırtmasıyla da istediğini elde edemeyince (acaba ne umuyordu, Tahrir Meydanı ayaklanması mı?), çok “ince” olduğuna vehmettiği bir numara çekiyor…
Suudi Arabistan peygamber efendimizin evini yıkmak gibi bir işe kalkışmış ya… Yerine, aynı anda bir buçuk milyondan fazla mümini “ağırlayacak” (muhalif basın camiyle oteli karıştırıyor) dünyanın en büyük camiini yapacaklarmış, altı milyar dolara çıkıyormuş. Temel dürtü, kendilerini dört yüz yıl yönetmiş olan Osmanlı’nın bıraktığı izleri silmektir aslında. Suudiler, ellerine geçen amansız paranın verdiği özgüvenle Mekke’de de böyle “devasa” işlere kalkışırlar, Medine’de de… Fakat paralarının olmadığı dönemde de kalkışırlarmış meğer. 1926 yılında da kalkışmışlar. O zaman da Mescid-i Nebevi’yi yıkmayı düşünmüşler. Kim önlemiş biliyor musunuz? Elbette Atatürk! Başka kim olacaktı?
O sıralar henüz Atatürk değil, Gazi Mustafa Kemal Paşa. (Yani Arap dünyasına henüz sözümüz geçiyormuş.) Demiş ki: “Beni oraya indirmeyin!“ Bunun üzerine Suudiler çok korkmuşlar, efendimizin mezarını yıkmaktan vazgeçmişler. Vay be! Hani Atatürk döneminde Ortadoğu’yla ilgilenmiyorduk yahu? Türk ordusu, Gazi’nin önderliğinde, Fransız sömürge yönetimi altına girmiş Suriye’den ya da İngiltere’nin boyunduruğunda bulunan Irak’tan geçecek, ya Filistin ve Ürdün üzerinden, ya Kuveyt ve Emirlikler tarafından dolanıp Medine kapılarına dayanacak… Havadan bombalayacak halimiz olmadığına göre. Oysa “çöl kaplanı Fahrettin Paşa” daha sekiz sene evvel Medine’yi teslim etmişti…
Misak-ı Milli sınırları içinde bulunan Musul’umuzu ve Kerkük’ümüzü bile İngiltere’yle yeni bir savaşı göze alamadığı için terkeden Gazi Paşa, ordusuyla Ortadoğu’yu aşıp Medine’ye dayanacak ve Mescid- i Nebevi’yi kurtaracak… Ortadoğu’yla hiç ilgilenmeyen Gazi Paşa… Sonra dönüp Türkiye’deki dindar direnişi de kırmak üzere hem de! İngiltere de buna ses çıkarmayacak. Osmanlı’nın elinden almak için yıllarca uğraştığı Arabistan’a Türk gücünün bu sefer cumhuriyet urbasıyla dönüşünü seyredecek… Muhalif basın ufak atsın da civcivler de yesinler. Daha “klasik” safsatalara dönsün mesela, oralar daha güvenlidir, kimse ağzını açmaz.
Atatürk’ün Mussolini’yi nasıl korkuttuğunu hatırlatsın. Mussolini Akdeniz’e “mare nostra” demiş (bizim denizimiz), gene Antalya’ya çıkmaya hazırlanıyormuş… Hayret, oysa İsmet’le iyi anlaşırlardı. Atatürk demiş ki, “ayağıma çizmeyi geçirttirmesinler bana“… Bunun üzerine Mussolini korkmuş, vazgeçmiş. Yazarın çemişi şimdi buraya hemen bir açıklama geçer: Bildiğiniz gibi, İtalyan yarımadası bir çizmeyi andırır…
Engin Ardıç/Sabah/ 02 Kasım 2012. Cuma
Sonra dendi ki, “bu Mesajın orjinali Cumhurbaşkanlığı arşivlerinde saklanmaktadır.” Şimdi azıcık bir tarih bilgisine sahip olanların bile çürütebileceği bu uydurma masalın nerelerinde yanlışlık yapılmış onlara bakalım;
1-1926 yılında ne Suudi Arabistan vardı ne de Suudi Kralı vardı. İngilizlerin işgali sürmekteydi. Çünkü Suudi Arabistan 1932′de kuruldu.
2-El yazısı ile telgraf çekilmez, mors alfabesi ile gönderilir.
3-1926 yılında Mustafa Kemal Atatürk ismini almamıştı. Daha soyadı kanunu bile çıkmamıştı. Dolayısıyla hiçbir metinde Atatürk imzası olamaz.
4- Bu tür telgraflar hem Dışişleri Bakanlığı’nın arşivlerinde saklanır hem Cumhurbaşkanlığı hem de Dışişleri arşivi herkese açıktır. Ne ilginçtir ki şu ana kadar hiçbir araştırmacı böyle bir telgrafa rastlamamıştır.
5-Türk birliklerinin tâââ Mekke’ye kadar nasıl gidecekleri, İngiliz idaresindeki Irak ile Fransız mandası altındaki Suriye’den nasıl geçecekleri düşünülmeden, özellikle o dönem Türkiye’sinde din ile ilgili uygulamalar bile hatıra getirilmeden ortaya atılan bu tuhaf iddia da palavradan ibarettir. Üstelik arşivlerde de bu konu hakkında tek bir belge yoktur!
6- Kurtuluş Savaşı dönemi 1919 ile 1922 senelerini kapsar. Yani 1926’da Kurtuluş Savaşı değil hiçbir savaş yapılmamaktaydı. Ama telgrafta Atatürk 1926 senesinde Kurtuluş Savaşını bırakır aşağıya ordularımla birlikte inerim demektedir.
Neresinden bakılırsa bakılsın neresinden tutulursa tutulsun uydurma olduğu, düzmece olduğu belli olan bu masala gerçekmiş gibi inanan ya da inanmak isteyen o kadar çok kişi var ki…
Ahmet ANAPALI