Erken gelse ne olacaktı, “Harf Devrimi’nde hepsi çöplük olmayacak mıydı?” Olacaktı. O zaman ne fark eder?
Aslına bakarsanız, “Matbaa dinciler yüzünden geç geldi” demek kuyruklu yalandır! “İlk matbaa” diye verdikleri 1727 tarihi dahi yalandır: Dindindar ve Osmanlı muarızları, hedefi onikiden vurmak için sürekli yalan söylüyorlar!
Çünkü Osmanlı’ya gelen “ilk matbaa” ne “İbrahim Müteferrika Matbaası”dır, ne de tarih 1727’dir! Bu tarihten çok önce de Osmanlı’da matbaalar kurulmuş, kitaplar basılmış ve satılmıştır.
Meselâ Osmanlı Ermenileri 1567’de, Osmanlı Rumları ise 1627’de kendi matbaalarını kurmuşlar, bir sürü kitap basmışlardı.
Onlar da Osmanlı… Osmanlı Devleti onların da devleti… Hepsi Osmanlı vatandaşı (teb’ası)… Onlar da aynı kanunlara tabi. Görmezler!
Kaldı ki, daha öncesi de var: Meselâ Sultan II. Bayezid (14811512) ve Yavuz Sultan Selim (15121520) zamanında da matbaa kurtulmuş, II. Bayezid zamanında 19, Yavuz Sultan Selim zamanında 33 kitap basılmıştır.
Bunlar Osmanlı Padişahı değil mi?
Hatta Sultan II. Bayezid zamanında basılan kitapların üzerinde, “II. Bayezid’in himayelerinde basılmıştır” ibaresi yer almaktadır.
Ayrıca Sultan III. Murad (15741595), kendi saltanatı döneminde Osmanlı alfabesiyle basılan “Usul’ül Oklidis” (Geometriye Dair) isimli kitabın her yerde serbestçe satılabilmesi için bir ferman bile vermiştir.
İnsan bu kadar kuyruklu yalanı nasıl düzelteceğini kestiremiyor!
Devam edelim: Sultan IV. Murad (16231640) zamanında İstanbul›da bir matbaa kurulması için izin istendi ve Mustafa Nuri Paşa’nın kaydına göre, bu izin hemen verildi. Onu Enderun Tarihçisi (resmi devlet tarihçisi) Ata da doğrulayarak, Osmanlı Devleti’nde resmi devlet matbaası kurma teşebbüslerinin Sultan IV. Mehmed (1648 1693) zamanında başladığını anlatıyor.
Bu bilgiler, Osmanlı padişahlarının matbaa aleyhinde oldukları görüşünü kökünden çürüten bilgilerdir. Yani 1727’de gelen “ilk matbaa” değil, “ilk resmi devlet matbaası”dır. Ya bu gerçeği bilmiyorlar ya da kasten elmalarla armutları karıştırıyorlar. Malum, ideoloji karışık durumları sever!
Hani “Dinciler matbaanın gelmesini engellemiş, bu yüzden Osmanlı geri kalmıştı!” Bu kadar yalanı bir çırpıda nasıl söyleyebildiklerine ve bu yalanlarını yüz yıldan beri ders kitaplarında nasıl tekrar edebildiklerine şaşırmak lâzım!
Osmanlı arşivlerinde “Matbaa gâvur icadıdır!..” denilerek, başta şeyhülislâm olmak üzere, din adamları tarafından engellendiği, bu yüzden ülkenin “karanlığa mahkûm” edildiği şeklindeki iddiayı doğrulayan hiçbir belge yoktur.
Tam tersine, Şeyhülislam Abdullah Efendi, Müteferrika’nın istediği fetvayı hemen vermiş, ulemadan on bir kişi ilk kitaba takrizler (tanıtım yazıları) yazmışlardır. Ama hiçbiri matbaada kitap basmanın “şeriata aykırı” olduğuna değinmemişlerdir. Hemen sonrasında Yalova’da bir kâğıt fabrikası kurma çalışmaları başlamıştır. (1744)
Bizde değil, ama matbaada kitap basma konusunda Avrupa’da bir sürü sıkıntı yaşanmıştır. Meselâ Papa Alexandre VI, 1501 yılında yayınladığı emirnamede kiliseden izin alınmaksızın basılan ruhsatsız kitapların yakılmasını emretmiş, Fransız Kralı II. Henry ise izinsiz kitap basanları idamla tehdit etmiştir.
Yine Fransa’da, kitapları elle çoğaltmayı sanat ve geçim vasıtası yapan müstensihler, “sihirbaz” oldukları gerekçesiyle matbaacıları Paris Parlâmentosu’na şikâyet etmişler, işin garibi şu ki, Parlâmento müstensihleri haklı bularak, basılan kitaplara el konulmasına ve basanların zindana atılmasına karar vermiştir.
1476’da Westminister (İngiltere)kentinde ilk matbaayı kuran William Caxton, papazların sert tepkisiyle karşılaşmış, dinsizlikle suçlanmıştır. Westminister başrahibi, matbaa baskısını “Hıristiyanlığın temellerine aykırı” bulduğunu açıklamıştır.
Yazıyı “İtalya’da Rönesans Kültürü” isimli bir kitap yazan Jacob Burckhardt’ın bir cümlesiyle bitirelim:
“…Eserin muhtevasına duyulan saygıyı mümkün olduğu kadar asaletli süslemelerle ifade etmek zihniyetinin hâkim bulunduğu bir sırada, birdenbire ortaya çıkan basılmış kitaplara karşı başlangıçta gösterilen çekingenlik ve mukavemeti tabiî görmek lâzımdır. Urbino hükümdarı Federigo, basılmış bir kitap sahibi olmaktan utanç duyardı.”
Yavuz Bahadıroğlu