1933 yılında gerçekleştirilen Üniversite reformundan sonra Darülfünun lagvedilerek yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. Osmanlı aydınları görevden alındı, yerlerine çoğu Nazi Almanyası'ndan kaçan Yahudi hocalar getirildi. Osmanlı döneminden itibaren adı Darülfünun olan üniversite, 31 Temmuz 1933'te yürürlüğe giren reformdan sonra
18 Kasım 1933'te 'İstanbul Üniversitesi' adını aldı. Reform kapsamında üniversitede yıllarca hizmet vermiş ve çok sayıda öğrenci yetiştirmiş hocalar görevden alındı, yerlerine Nazi Almanyası'nda sıkıntı çeken Yahudi akademisyenler atandı. Atanan Avrupalı hocalar, Türkiye'de sosyal bilimlerin Batılı ve pozitivist yorumla yeniden inşa edilmesine hizmet etti. 1933 yılında İsviçreli Profesör Albert Malche, Mustafa Kemal tarafından Türkiye'ye davet edilerek üniversitelerle ilgili bir rapor hazırlaması istendi.
Malche'nin hazırladığı rapor doğrultusunda Darülfunun ilga edildi ve yerine 'modern' diye nitelendirilen üniversite kuruldu. Reform kapsamında Darülfünun'da yıllardır hocalık yapanlar birer mektupla görevden alındı. Darülfünun Rektörünün evine gelen Maarif Vekili Reşit Galip imzalı mektup "Ismayıl Hakkı Beyefendiye!" diye başlıyor. Mektubun devamı şöyle: "İstanbul Darülfünun'u Büyük Millet Meclisi'nce çıkarılan 31 Mayıs 1933 tarih ve 2252 numaralı kanunla, 31 Temmuz'dan itibaren ilga edilmiştir.
Bu kanunun hükmüne göre Darülfünun'daki vazifeniz 31 Temmuz 1933 tarihinden itibaren nihayet bulmuş oluyor. Uzun yıllardan beri hayatını memlekete münevver yetiştirmeğe vakfetmiş ve çok zaman zorlu şerait içinde büyük hizmetler görmüş olan zatıâlinize bu tebliği teessürle bildiriyorum." Reformda imzası bulunan Maarif Vekili Reşid Galip aynı zamanda ilkokul öğrencilerine her sabah okutulan 'And'ın da mucidi olarak biliniyor. Darülfünun'un ilgasının esas sebebinin hocaların çoğunun Osmanlı son dönem aydınlarından olması ve Ankara hükümeti tarafından yapılan 'inkılap'lara destek vermemeleri olduğu belirtiliyor. Osmanlı döneminden itibaren özerkliği de bulunan Darülfünun, reformdan sonra Maarif Vekaleti'ne bağlandı.
Osmanlı tarihini sevdirmekle suçlanan Ahmed Refik de atılanlar arasında idi. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Babanzade Ahmet Naim, Şekip Tunç gibi büyük felsefeciler, gelenekçi bulunarak tasfiye edilirken; yerlerine pozitivist Reichenbach getirildi. Getirilen akademisyenler ülkelerinde vasatın altında kişiler olmasına rağmen iktidar medyası tarafından büyük hocalar olarak tanıtıldı. Hatta bir ara Albert Einstein'in de Türkiye'ye geleceği dedikodusu yayıldı fakat yalan olduğu çabuk anlaşıldı. Atılan hocalar, rejim aleyhtarı sayıldığı için çok büyük sıkıntıya düştü. Ortamektep muallimliği bulabilenler şanslı idi.
Hamdi Suad, üzüntüden verem olup vefat etti. Üniversitede hatırası için merasim yapılması istenince, telaşlanan rektör kapıları bile kapattırdı. Kimyacı Cemil Mazhar intihar etti. Almanya'dan ilk akademisyenler aileleri ve asistanlarıyla beraber 1933 yılı Ekim ayında geliyor İstanbul'a. Büyük kısmı 40-50 yaşlarındaki yabancı hocalar gidip gelenlerle beraber 1955 yılına kadar Türkiye'de kalıyorlar. Hitler rejiminden kaçtıkları için 'Yahudi bilim adamları' deniyor onlara fakat çoğunluğu Musevi olmakla birlikte aralarında sosyalistler, anti-Nazi liberaller de var.
Bu reformdan sonra üniversitenin kalitesi düştü, yıllarca doktora yapacak öğrenci bulunamadı. O dönemde hükümet bu durum karşısında "ilim yerine idealistliği ön planda tuttuk" diye kendini müdafaa etmişti. Üniversite reformu ile 'istibdat' denilen dönemlerde bile özerkliği muhafaza edilen Darülfünun kaldırıldı, yerine gelen üniversitede iktidara el-pençe divan duran/durmaya mecbur olan hoca prototipi meydana getirildi