Kanadalı Bilim adamı Thomas Ballantine lrwing’in,”İslam Dünyası” isimli meşhur eserinden kısa bir alıntı ile konuya giriş yapalım. Şöyle diyor: “Suriye, Irak ve Mısır’da monarşiler ve diktatörlükler hâkim olagelmiştir. Bununla birlikte, bu toprakların şu andaki parçalanmışlığı son derece yapaydır.
Eğer bölge yeniden istikrara ve refaha kavuşacaksa, bunun değişmesi zorunludur.” lrwing açıkça sınırların değişmesinden söz ediyor. Peki ama nasıl değişecek?.. O sınırlar Birinci Dünya Savaşı’nın galibi olarak, Avrupa emperyalizminin kendi çıkarlarına uygun olarak oluşturduğu sınırlardır. Ne Arap halklarına, ne sınırdaşlarına, ne de dünya barışına hizmet etmez. Sadece Ortadoğu’nun petroll zengini diktatörleri ile emperyalistlere hizmet eder. Bu yüzden bölge her daim barut fıçısı gibidir...
ürdürülebilir barışın sağlanması üç şarta bağlı görünüyor: Cetvelle çizilmiş sınırlar değişecek... Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Ürdün ve Lübnan gibi, yapay olarak oluşturulan ülkeler ortadan kaldırılacak... İsrail, Batı emperyalizminin jandarması olmaktan vazgeçip başlangıç noktasına çekilecek... Ya da her çeşit emperyalizmin iştahını kabartan petroll yataklarının tamamen tükenmesi beklenecek. Hatırlayalım ki, Devlet-i Âliyye (Osmanlı Devleti), önemi 1800’lerin sonunda belirginleşip 20. Yüzyılın başlarında stratejik önemi kavranan petroll yataklarını kontrol altına almak için parçalanmıştı. Belki bazılarınız “komplo teorisi” diyecek, ama Birinci Dünya Savaşı’nın gizli sebebi,Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı: Başka türlü, emperyalizmin ihtirası Ortadoğu’ya ulaşamazdı. Savaştan en çok etkilenen ve savaş sonunda en çok kaybeden de zaten biz olduk. Bizi neredeyse yüz yıl savaştırdılar. Altıyüz sene barışık yaşadığımız etnik unsurları ikişer üçer ayaklandırıp gücümüzü tükettiler.
En bitkin dönemimizde de “Hasta Adam” diyerek toptan üzerimize geldiler. Amaçları “hasta adam”a son darbeyi vurmaktı: Çanakkale’ye tıkanmak, onları sadece birkaç yıl durdurabildi. 16 Mayıs 1916’da İngiltere hükümeti adına Mark Sykes ve Fransa hükümeti adına Francois Georges-Picot bir araya gelip Osmanlı Devleti’ni gizlice paylaştılar: Buna göre,Suriye, Lübnan ve Kilikya bölgelerini Fransa; Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i İngiltere alacaktı (gizli anlaşmayı daha sonra Rusya açıkladı). Filistin’in geriye kalan topraklarında uluslararası bir rejim ve sınırları belli olmayan bir “Arap devleti” kurulacaktı. Çok önce yayınlanan Balfour (dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı) Deklarasyonu ile de zaten Yahudilere Filistin’de “ulusal yurt” verilmesi kararlaştırılmıştı.
Nihayet 1920 Nisanında San Remo Konferansı’nda Ortadoğu’yu resmen bölüştüler: Sıra haritaların çizilmesine gelmişti. Sayın Cumhurbaşkanı’mızın 13 Ekim 2014 günü Marmara Üniversite’sinde yaptığı konuşmada işaret edip ayrıntı vermediği traji-komik olay işte bu sıradayaşandı. Yıl: 1921... Yer: Kahire... Pazar günü, sıcak bir öğle sonrası... Galip devletler, o tarihte henüz “Koloni sekreteri” olan İngiltere Başbakanı Winston Churchill başkanlığında bir masa etrafında toplanmıştır. Masaya kocaman bir Ortadoğu haritası açılmış, Churchill’in bir eline cetvel, bir eline kalem verilmiş, yapay sınırlar belirlenmeye başlanmıştır. Öğle yemeğini ve yemek arası şarabı fazla kaçıran Churchill’e rehavet basmıştır.
O gün oracıkta kurulan nevzuhur Ürdün’le Suudi Arabistan arasındaki sınırı çizmek üzereyken, aşırı yelek ve içkinin etkisiyle hıçkırmış, bu hıçkırık yüzünden kalemi kaymış; rivayet o ki,Ürdün’ün Amman kentine doğru uzanan çıkıntı, kalem kayması sonucu oluşmuş: Bu sebeple de “Churchill’in hıçkırığı” olarak meşhur olmuş. Bunu bir tarafa bıraksak bile, hatıralarına geçen itirafı bir tarafa bırakamayız. Şöyle diyor: “Ürdün’ü bir Pazar günü, tek kalem hareketiyle ben kurdum!”
Yavuz Bahadıroğlu