Ana Sayfa
16 Kasım 2017 ( 3689 izlenme )
Reklamlar

Yüz Kişinin Katili…

Hz. İsa (aleyhisselâm) devrinden sonraki zamanlarda yaşa yan azılı bir katil adam vardı. Bu adam tam doksan do kuz kişiyi öldürmüştü. Bir gün yapmış olduğu işin yanlış olduğunu anladı ve tevbe etmeye karar verdi. Ancak o ka dar insanın canını almış azılı bir katilin tevbesini acaba Allah kabul eder miydi? Bu soru beynini kemirip duruyordu.

– Mutlaka bunu ehil bir kimseye sormam lâzım. Yoksa içim rahat etmeyecek, dedi ve yanındakilere bu konuda kendisine yardımcı olabilecek bir kişinin olup olmadığını sordu. Ona bir adamdan bahsettiler. Halk o adamı bir din âlimi olarak biliyordu. Ancak bu adam, din âliminden zi yade ilimden fazla nasibi olmayan, ibadetlerini yerine ge tirmeye çalışan, bu şekliyle de halkın güvenini kazanmış bir insandı.

Adam bu şahsın yanına gitmeye karar verdi. Yanına vardığında ona şöyle bir soru sordu:

– Efendim, ben doksan dokuz kişiyi öldürdüm. Ancak şimdi pişman oldum. Tevbe etmek istiyorum. Tevbe etsem Allah benim gibi bir adamın tevbesini kabul eder mi?


Dinî konularda sadece yüzeysel bilgisi olan adam, karşısındaki adamın içinde bulunduğu pişmanlığı anlaya cak ve ona ne yapması gerektiğini söyleyecek derecede ye terli donanıma sahip olmadığı için, ona:

– Artık iş işten geçmiş. Bu kadar insanın katili olan bir insanı Cenabı Hak affetmez. Senin tevben kabul olmaz, deyiverdi.

Bu cevap, soruyu soran katilin canını fazlasıyla sıktı. Birden sinirlendi. Gözü karardı ve o sinirle, o adamı da öldürdü. Böylece öldürmüş olduğu kişi sayısı yüze ulaşmış oldu.

Aradan birkaç gün daha geçmişti. Katilin içindeki piş manlık duygusu onu başka arayışlara götürdü. Yanındaki insanlara:

– Tavsiye edebileceğiniz başka bir din âlimi yok mu, diye sordu. Bu sefer ona hakikaten âlim bir zattan bahsetti ler. Bu zat, dinî konularda uzman olduğu gibi aynı zaman da bildiklerini hayatına yansıtan hem âlim hem de zâhid bir insandı.

Katil adam hemen yola koyuldu ve âlim zatın evine git ti. Âlim zat bu adamı güzel bir şekilde karşıladı. Kısa bir tanışmadan sonra katil aynı soruyu bu zata da sordu. Âlim zat, adamın içinde bulunduğu derin pişmanlığı görmüştü. Ona şöyle cevap verdi:

– Evladım! Rabbimiz çok merhametlidir. Tevbeleri ka

bul eder. Bundan daha büyük günah işlesen bile Allah seni affeder. Ancak bunun için samimi bir şekilde tevbe etmen ve bir daha asla aynı günahı işlememen lâzım.

Katilin yüzünde bir tebessüm belirdi. Bu cevap içini rahatlatmıştı. Bu sırada âlim zat, ona mutlaka uyması ge reken şu şartları da söyledi:

– Tevbe ettikten sonra, tevbenin gereğini yerine ge tirebilmen için içinde bulunduğun ortamı terk etmeli sin. Çünkü o yer seni günaha çağırıyor. Onların tesirin de kalıp aynı günahı bir daha işleyebilirsin. Öncelikle bu büyük kozu şeytanın elinden almalısın. Bu sebeple sana bir yer tavsiye edeceğim. O yere git, oraya yerleş. Orada Allah’a ibadet eden, ahlâklı, kültürlü insanlar var. Onlarla arkadaşlık kur. Bir daha da asla seni günaha sürükleyen bu yere gelme ve seni eski hâline döndürecek insanlarla beraber olma!

Adam bu tavsiyelere harfiyen uyacağına dair âlim zata söz verdi ve ona teşekkür etti. Bütün eşyalarını toparlayıp alim zatın bahsettiği şehre doğru yola koyuldu. İçinde Rabbine karşı yapmış olduğu tevbenin huzuru vardı. Yolu yarılamıştı ki, ölüm meleği kapısını çaldı. Ölüm bu. Yer ve zaman dinlemiyordu ki! Adam oracıkta son nefesini verdi.

Bu sırada yer yüzüne adamı almak için hem rahmet hem de azap melekleri indi. Rahmet melekleri:

– Bu adam günahlarına tevbe etti. Bu sebeple onu biz götüreceğiz, dediler. Haklıydılar. Ancak azap melekleri de şunu söylüyorlardı:

– Hayır bu adamı bizim götürmemiz lâzım. Tevbe etti,

ama hiçbir hayırlı amel işlemedi ki! Tevbesinin gereklerini yerine getirmedi.

Peki şimdi ne olacaktı? Her iki taraf da adamı kendi lerinin almaları gerektiğini savunuyorlardı. Aralarında bu tartışma devam ederken Allah, başka bir meleği onlara ha kem olarak gönderdi. Bu melek, onların arasını bulacaktı. Hakem melek şunları söyledi:

– Adamın ayrıldığı şehir ile gideceği şehrin arasını öl çün. Vefat ettiği yer hangisine yakınsa adam o şehre aittir. Günah işlediği yere yakınsa onu azap melekleri, gideceği yere yakınsa rahmet melekleri alsın.

Melekler her iki mesafeyi de ölçtüler ve adamın gitmek te olduğu şehre daha yakın olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdüler.

Kıssadan Hisse

1. Tevbe kişinin kendini yenilemesi ve bir iç onarımdır. Yani, saptırıcı düşünce ve davranışlarla bozulan kalbî muva zeneyi, yeniden düzene koyma uğrunda, ferdin, Hakk’tan Hakk’a kaçması, daha doğrusu, O’nun gazabından lutfu na, hesabından rahmet ve inâyetine sığınmasıdır. Böyle bir niyetle tevbe eden bir kimsenin günahı ne kadar çok olursa olsun Allah’ın rahmeti o günahlardan daha çoktur. Yeter ki, kul pişman olup O’nun kapısına tevbe ve istiğfarla ge lebilsin.

2. İnsanın, günahtan bütün bütün uzak durması çok zordur. Zaten o, temelde melekler gibi günahtan uzak tutulmamıştır. Bu açıdan o, her zaman hata işlemekle yüz

yüzedir. İnsan için asıl önemli olan, sürçüp düştükten son ra tekrar ayağa kalkmak ve eskisinden daha bir temkinle yoluna devam edebilmektir. İşte, onu meleklerden daha yüksek seviyeye ulaştıracak şey de budur.

Günümüz dünyası, çarşısı, pazarı ve âdeta her yanıyla bir günah deryası hâline gelmiş ya da getirilmiştir. Bugün şeytan ve onun avanesi her yerde kol gezmekte, her köşe başında kendi ağına düşecek kurbanlarını beklemekte dir. Her mümin, böyle bir toplum içinde “her günah için de küfre giden bir yol vardır” anlayışıyla hareket etmek zorundadır. O, beyninin bütün fakülteleriyle Allah’a yö nelmeli, duygu ve düşüncelerinde günaha asla yol ver memelidir. Yanlışlıkla gözüne, kulağına bir şey iliştiği zaman, hemen tevbe ve istiğfarla Rabbine teveccüh etmeli ve, “Allah’ım, bunu nasıl yaptım bilemiyorum! Böyle bir günah işlemekten dolayı Senden çok utanıyorum.” deyip o günahtan duyduğu üzüntüyü dile getirmelidir.

Öyle ki bu pişmanlıktan kaynaklanan hüzün, onun bütün benliğini sarmalı ve kalbinin ritmini değiştirmelidir. Aksine böyle bir yakarış ve hüzünle pişmanlığın dile getirilmemesi, o güna ha giden yolların açık bırakılması demektir ki, şeytanın o kapıdan tekrar girmesi her zaman mümkündür.

3. Tevbesinden geri dönmek istemeyen bir insan, ken disini devamlı surette günaha çağıran arkadaş ve çevreden de uzak durmalıdır. Aksi takdirde bu gün olmasa bile yarın şeytan onu tekrar ağına alabilir ve tevbe ettiği günahları yine işlettirebilir. Şeytanla dans edilmez. O yüzden in san, şeytanın yol bulup kendisine tesir edebileceği bütün kapıları kapamasını bilmelidir.

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “İnsan arkadaşının dini üzerinedir. O yüzden sizden biri, kiminle arkadaşlık ettiğine çok dikkat etsin” diyerek, çevresinin, insanın dinî hayatı üzerinde ne denli önemli bir fonksiyon üstlendiğini dile ge tirir.

Yaşadığımız ortam, dost ve arkadaş çevremiz, bizi doğruluğu yaşamaya zorluyorsa, bulunduğumuz vasat itibarıyla iyi olmaya zorlanıyorsak, bazen içimizden gelme yerek de olsa günah ve masiyet adına bir fasit dairenin içi ne düşmekten korunmuş oluruz. Öyle bir çevre sayesinde Allah yolunda daha kolay bir hayat yaşarız. Yoksa insan devamlı yanlış yolda olduğunu bildiği insanlarla beraber olursa yüz üstü kapaklanır ve sürüm sürüm sürüneceği bir hayat geçirir. İşte, bundan dolayı Kur’ân, “Sâdıklarla bera ber olun.” (Tevbe, 9/119) buyurur.

Önerilen Videolar

Reklamlar

Bunlar da İlginizi Çekebilir

Gurbetçi TIR şoförünü çıldırtan üç tekerlekli araba Kemalist olmayan komünist varmış! FETÖ'nün MİT'teki köstebeği deşifre oldu ABD'nin Kudüs adımından sonra kimin sesi fazla çıkarsa, DEAŞ orada saldırılar düzenleyecek...