Türkiye’de son zamanlarda yine bir darbe tartışması yapılıyor. Tüm dünya koronavirüs mücadelesine ve doktorların ne dediğine odaklanmışken, Türkiye’de gündem darbe konusuna dönüştü. Belli ki bir süre daha devam edecek. Ancak ben bu tartışmayı siyasi polemik olarak görüyorum. Söz konusu darbe ise konu teknik yönüyle de ele alınmalı. Yani, kimin ve nasıl yapacağı soruları, kapasitesinin olup olmayacağı konusu ile tartışılmalı.
Ben 15 Temmuz 2016 FETÖ darbesinden beri söylediğim şeyi tekrar edeyim: Türk milletinin 15 Temmuz gecesi verdiği mücadeleden sonra hiç kimsenin böyle bir şeye cesaret edebileceğini sanmıyorum.
20 BİN İHRAÇ
Biliyorsunuz, 15 Temmuz darbe girişimine 5 bin 600 civarında subay/astsubay olmak üzere 8 bin dolayında TSK mensubu katılmıştı. O günden beri yapılan mücadele sonucunda 5 bin 600’ün yanında 20 bin FETÖ mensubu tespit edilip haklarında işlem yapıldı. Net rakam vermek gerekirse, bugüne kadar TSK’dan toplam 19 bin 203 kişi ihraç edildi. Yaklaşık 5 bine yakın kişinin ihraç dosyası ise hâlâ bakanlıkta.
20 BİN DAHA BELİRLENDİ
Hepsi bu mu? Elbette değil, ankesörlü hat inceleme, araştırma ve soruşturmaları kapsamında 20 binden fazla FETÖ mensubu daha tespit edildi. Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi koordinesinde, ankesörlü hat aracılığıyla FETÖ’cü sivil imamlarıyla görüşme yapan TSK mensubu 20 bin kişi daha belirlendi.
Bu rakamları sadece içinde bulunduğumuz mevcut durumu, FETÖ ile mücadelede alınması gereken bir yol olduğunu anlatmak için aktarıyorum. Ve aktardığım bu rakamlar sakın ola ki aklınıza, “FETÖ’cüler darbe yapabilir” fikrini getirmesin. Çünkü 20 bin FETÖ’cüyü yan yana getirseniz sivil imamlarından izin almadan tuvalete gidemezler. Şöyle düşünün: Örgüt istedi diye katalogdan eş seçen, doğan çocuğuna FETÖ elebaşı Gülen’in isim vermeden ad koyamayan mankurtlaşmış kişilerden söz ediyoruz. Öte yandan kamu yönetiminde böyle bir girişim ihtimaline karşı alınmış birçok düzenleme var.
“Peki yaşanan tartışma nedir o zaman?” diye soracak olursanız, Amerika kıtasından örnek vereceğim.
FETÖ subayları sivil yöneticilerinden talimat almadan hareket edemeyeceği gibi, FETÖ de Amerika’nın izni onayı olmadan böyle bir şeye kalkışamaz. 15 Temmuz’dan bu yana söylüyorum: Karşımızda olan FETÖ ise arkasındaki Amerika’dır.
Bakın, Amerika koronavirüs salgını günlerinde tarihinin en büyük kayıplarını veriyor. 30 Nisan, Vietnam Savaşı’nın bitişinin 45’inci yıldönümüydü. Amerika 1963 ile 1972 yılları arasında yenilgiyle çıktığı Vietnam Savaşı’nda 58 bin 220 askerini kaybetti. Ve aynı Amerika, sadece üç ay içinde koronovirüs nedeniyle 80 bin insanını kaybetti.
Peki bu durum Amerika’nın kendisine biçtiği küresel rol konusunda bir değişiklik yaptı mı?Cevap, tek kelimeyle ‘Hayır’.
Amerika, ne Suriye ne İran ne Venezuela konusundaki politikasını değiştirmedi. Daha insancıl bir dünya bekleyenler yanıldıklarını görecekler.
ABD, salgın günlerinde bile İran’a uyguladığı ambargoyu kaldırmadı. Hatta medyasında salgın nedeniyle İran’da kamu yönetimine duyulan güvenin azalmasını fırsat bilip rejimin nasıl yıkılacağına dair makaleler yayınladı. Terör örgütü PKK’nın Suriye kanadı YPG’ye silah, para yanında, salgından korunsunlar diye tıbbı malzeme gönderdi. Yardımların devam edeceği, amacının Suriye’nin petrolleri olduğunu yaptığı açıklamalarla bir kez daha teyit etti.
Gelelim Venezuela meselesine, çünkü sorumuza cevabı orada bulacağız.
KARLOV SUİKASTI
Amerika Birleşik Devletleri’nin kendisi koronavirüsle mücadele ederken, Güney Amerika ülkelerini de etkisi altına almışken Venezuela’yı karıştırmak için girişimden vazgeçmiyor.
Ülkede bir muhalif lider yaratan, onu açıktan destekleyerek ayaklanma konusunda destekleyen, ardından kendi ülkesinde ağırlayan Amerika, tüm bunlarda başarısız olunca şimdi de devlet başkanı Maduro’yu öldürmesi için bir suikast timi oluşturmakla suçlanıyor. Çünkü içinde iki eski ABD askeri olan 17 kişilik ekip yakalandı ve kimlikleri açıklandı. Amerika iddiaları reddetse de Venezuela hakkındaki planları belli. Tablo net: Amerika Venezuela’da askeri darbe denedi olmadı, halkı ayaklandırmaya çalıştı olmadı, şimdi suikast planı ile anılıyor.
Bu konudaki düşüncemi yazdığım için tekrar edeyim: Peki bu Türkiye’de mümkün mü?
“Hayır” diyenlere, Rus Büyükelçi Karlov’un sıradan bir polis tarafından öldürülmesini hatırlatmak isterim. Kaosu tetiklemeyi amaçlayan böyle bir girişin sonuçlarını tahmin etmek ise hiç zor ve tabii ki hiç hoş değil...
Nedim Şener/Hürriyet