Başlıktaki soruyu iki yazıdan oluşan mini bir dizide anlatmaya çalışacağım.Yazı dizisinin konusu Japonya’da gördüklerimden, duyduklarımdan, yaşadıklarımdan oluşuyor.Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra şunu da hatırlatayım.Aşağı yukarı bir haftadır Japonya’dayız. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G20 zirvesi kapsamında gerçekleştirdiği geziyi yakından takip ediyoruz.
Rutini siz de gazetemizin sayfalarından takip ediyorsunuz. Osaka’daki G20 zirvesinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan Kyoto’da Osmanlı Eserleri, Nagayeva’da Ara Güler sergilerini açtı. Buradan Tokyo’ya geçti. Başkent Tokyo’da Japon iş adamlarıyla bir araya geldi. Türkiye’ye yatırım çağrısı yaptı. Bütün bu gelişmelerin ayrıntısını haberlerden takip edebilirsiniz. Ben size Japonya’da gördüklerimden, duyduklarımdan yaşadıklarımdan bahsetmek istiyorum.
Ve gezimizin son gününde Tokyo Camii’nde duyduğum şu cümle üzerinden yazıya yön vermek niyetindeyim.
“Her ay ortalama 78 Japon Müslüman oluyor. Onların Müslüman olmasındaki en büyük etken, Allah katında eşit olduklarına inanmak istemeleri!”
7 MİLYON TANRISI VAR AMA YALNIZ!
(Baştan belirteyim. Kimsenin inancına karışmak gibi bir niyetim yok. Çok tanrılı dinleri aktarırken “tanrı” kelimesini kullanmamdan rahatsız olanlara da biz tek bir Allah’a (cc) inananlardanız diyorum. Devam ediyorum.)
Çoğunluğu Budist ve Şintoist olan Japonların binlerce mabedi var. Bu mabetlerin en eskileri eski başkent Kyoto’da bulunuyor. En bilindiği ise Altın Tapınak. Ne yazık ki 1950’lerde psikolojik sorun yaşayan bir rahip tarafından tamamen yakılmış. Sonra aslına uygun yeniden yapılmış. Bugünlerde tapınak olmaktan daha çok turistik bir merkeze dönüşmüş. Gerçi tapınakların neredeyse tamamı öyle.
Kyoto’dakiler de Osaka’dakiler de Tokyo’dakiler de...
Japonlar her bir eylemin her bir “şey”in tanrısı olduğuna inanıyor. Hatta her bir ruhun tanrı olduğuna inanıyorlar.
Mihmandarımız MÜSİAD Japonya Başkanı Mahmut Güzel’in verdiği bilgiye göre 7 milyon tanrıları var 130 milyon Japon’un.
İlginç!
Her iyi insanı ölümünden sonra tanrı ilan etmek gibi bir gelenekleri de var, örneğin.
Uzaktan bakınca nezaketli, temiz, iyi eğitimli, milimalist yaşamı tercih etmiş bir millet olarak biliniyor Japonlar. Öyleler de...
Ama içlerine girince “Bir savaşçı milletin yenilince nasıl da öykünen, taklitçi ve yasaklar ile korkular üzerine kurulu bir eğitimden geçtikten sonraki hallerine” tanıklık ediyorsunuz.
Ne demek istediğimi bir kaç örnekle izah edeyim.
Örneğin, çocukluktan itibaren “Ölmemek için çalışmalısın” şeklinde eğitim alan Japonlar hep çalışıyorlar. Yine hep çalıştıkları için yıllık izinlerini bile kullanmayanların sayısı oldukça fazla.
Bir kaç yıldır işçileri zorla izne göndermeye çalışıyormuş işverenler. Peki, neden izne ayrılmıyorlarmış biliyor musunuz? Yalnızlık çekmemek için.
Burada “yalnız ölüm” diye bir kavram var. Hatta yalnız ölümün bir de sektörü var. Yapayalnız ölüyorlar ve sonra bir hizmet şirketi onları bir bedel karşılığında kaldırıyor. Kaldırıyor dedimse Japonlar yakılarak defnediliyor.
“KARİYER YAPAMADINSA İNTİHAR ET!”
Yine Japonya’da intihar etmek çok yaygınmış. İki nedene bağlıyorlar intihar gerekçesini.
Bir, kariyer sahibi olmak için çırpınıyorlar ve her yıl terfi zamanı olan nisan, mayıs aylarında terfi alamayanlar, “Bu hayatta olmadı bir dahaki sefere” diyerek ölümü tercih ediyormuş. Reenkarnasyona inanıyorlar.
İkinci nedense, yine yalnızlık.
Yaşlılar bazen küçük suçlar işleyip hapishaneye giriyorlarmış. Nedeni çok ilginç. İçeride sosyalleşmek. İnsanlarla görüşmek, konuşmak, hemhal olmak.
Bu ülkede işsizlik resmi rakamlara göre yüzde 2. Gerçekte ise sıfır. Zira yüzde 1.5 asosyal bir grup var. Çoğu genç. Bunlar ne insan içine çıkıyor ne iş güç yapıyor. Kayıp nesil diyorlar. Geriye kalanlarsa kayıt dışı.
Bu ülkede iş yapmak isteyen herkese iş var. Bu yönü örnek gösterilebilir.
Japon toplumu temiz, çalışkan, nezaketli biliniyor. Oysa kurallar onları bu hale getirmiş. Kuralları kendi lehlerine çalıştırırken karşısındakine hiçbir acımaları yok. Onlarca örneğini duydum bir haftada.
Örnek mi? Mesela trafikte haksız bir kaza yaptınız. O kazanın bedelini sizden misliyle almak için bütün yolları deniyorlar. O yüzden insanlar ne birbirlerine temas ediyor, ne bir kural ihlali yapıyor. Ne yardımlaşmayı biliyor.
Devam edelim.
Bir bilgiyi öğrendiğimde şoke oldum. 1996 yılına kadar Japon ırkını koruma kanunu yürürlükteymiş. Hatta bir dönem,
“20 bin kadın zekâ seviyesi düşük olduğu gerekçesiyle kısırlaştırılmış.” Meseleyi sadece milliyetçilik olarak düşünmek iyi niyetli olur ama hadi neyse...
İMPARATOR VE TEBASI
lll. yüzyıla kadar dayanan geçmişe sahip Japonya’da İmparator devletin her şeyi. Parlamenter monarşi ile yönetilmesine rağmen, toplumsal düzen İmparator Meiji’nin devrim niteliğinde uygulamalarıyla sağlanmış. O güne kadar Japonya dünyaya kapalı bir toplum. Meiji, Samuray ailelerini yenip Japon birliğini tesis ettikten sonra o ailelerden beşinin üzerine inşa edilen ekonomi ve bürokrasi Japonya’nın asıl gerçeği.
Dünya ölçeğinde ekonomik aktörler olarak bildiğimiz Japon markaları aslında birer Samuray ailesi. Ve İmparator Meiji 1867’de başlayıp 1912’ye kadar süren hükümdarlığında Japonya’nın bugünlerini de belirleyen düzeni kurmuş.
Türkiye ile ilk ilişkileri de Abdülhamit Han döneminde başlıyor zaten.
Japonya’daki toplumsal düzende gizli bir kast sistemi var. Hatta kadınları doğrudan ilgilendiren bir de ayrımcılık söz konusu.
Dedim ya büyük aileler burada piyasanın hâkimi. Hatta şöyle bir gelenek var. Patron gitmeden işçi evine gidemiyor. Fazla mesai mi dediniz? Hayır, öyle bir uygulama da yok.
Bir de kadınların iş hayatında topuklu ayakkabı giymek gibi bir zorunluluğu var. Bugünlerde Japonya’da bir protest kültür oluşuyor. O da “topuklu ayakkabı giymeme” eylemi.
Böyle bir toplumda, “eşitlik ve adalet arayan” sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az da olsa insanlar Allah’ın (cc) katında her bir insanın eşit olduğu fikrine inanmak için İslam’ı seçiyor.
(devam edeceğiz...)
Hasan Öztürk/Yenişafak02.07.2019