Sadece bir şeylere dikkat çekmeye, gelecekte önümüze konacak harita taslaklarının neler olabileceği konusunda elimden geldiğince uyarılar yapmaya çalışıyorum. Aslında bugünü değil yarını tartışmaya açmak, bugünkü ihmallerin yarının Türkiye’sine nasıl yansıtılacağını ortaya koymak istiyorum.
Zamana oynama: İnce ince işlenmiş biR plan..
“Zamana oynama” son otuz yılda Türkiye’ye karşı hep en etkili politika oldu. Genelde sonuç alındı, kaybeden hep Türkiye oldu. Adım adım, ince ince işlenmiş bir strateji, Türkiye’nin gözlerinin içine baka baka bugüne kadar taşındı. Planın her safhası, savaşı, yıkımı Türkiye’ye daha da yakınlaştırdı. Ve genelde bu politika Türkiye’nin ihmalleri üzerinden, içerideki ihanet çevreleriüzerinden pazarlandı.
Bu ihanet çevreleri, Türkiye’ye kurulan tuzaklarda çok ciddi roller üslendi. Bu rolü bazen sol, bazen etnik çevreler, bazen muhafazakar çevreler üstlendi. Siyasi kimlik üstlenilen rol açısından hiçbir zaman belirleyici olmadı. Onlar, bu savaşı kapımıza getirenler, coğrafyayı yeniden dizayn edenler ve bizi savunmasız bırakmaya çalışanlar içeride her kesimle iş tutabilmeyibaşardı.
Ellerinde Türkiye için de yeni harita taslakları var
Oysa bizler, İstanbul’un savunmasının Bosna’dan başladığını, Anadolu’nun savunmasının Şam’dan başladığını, Bağdat’ın veya Şam’ın savunmasının Çanakkale’den başladığını bilen bir siyasi iklimden, birikimden geliyoruz. Bizler, Birinci Dünya Savaşı gibi büyük bir yıkımı yaşayan insanlar, o dönemin korkunç öğretici gücünü idrak etmiş bir siyasi genetiğe sahibiz.
Küçücük ihmallerin, hele de içinde bulunduğumuz coğrafyada, ne büyük yıkımlara yol açtığını bilen bir milletiz. 21. yüzyıl küresel güç haritası yeniden şekillenirken, coğrafyamızda statüko yeniden biçimlenirken, haritalar yeniden şekillenirken, öylesine durup yeni haritalara teslim olacak bir ülke değiliz. Çünkü beklemenin, olana teslim olmanın Türkiye’yi de dağıtmak olduğunu, Türkiye haritasının da yeniden biçimlenmesine teslim olmak olduğunu anlamalıyız.
Milli iradenin üstünde bir gizli el
Kısa bir hafıza tazelemesi yapalım: 1991 Körfez Savaşı’nda ABD ordusu Bağdat’a kadar geldi. Ama Saddam Hüseyin’i devirmediler. İsteseler bunu yaparlardı ama yapmadılar. Çünkü bölgesel denklem buna müsait değildi. Hesap sadece Irak değildi, coğrafyanın geneliydi. Bunu 2003’te yaptılar. Kuzey Irak’ta statükoyu oluşturdular. Ama onlara bağımsızlık vermediler. Neden? Çünkü bölgesel denklem müsait değildi.
Bu, ancak Suriye savaşı başladıktan sonra mümkün olacaktı. Onu beklediler. O zamanlar biz, Türkiye, her altı ayda bir Çekiç Güç’ü TBMM’de oyladık, onayladık. Hangi siyasi iktidar olursa olsun buna kimse itiraz bile etmedi. Milli iradenin üstünde bir el karar alıyor ve uyguluyordu.
Suriye’de kazanan PKK oldu, üst irade kim?
Suriye savaşı daha doğrusu Suriye’nin parçalanması başladı. Dikkat ederseniz bu savaşta PKK’dan başka kazanan olmadı. Ülkenin kuzeyi, Arap ve Türkmen bölgeleri tamamen PKK’ya (PYD) devredildi. Irak’ta olduğu gibi Suriye meselesinde de oyun Türkiye’nin oyalanması üzerine kurgulanmıştı. Harita yavaş yavaş şekilleniyordu.
ABD, İngiltere, İsrail eliyle bölgesel dizayn önlenemez bir şekilde devam etti. İran sınırından Akdeniz kıyısına uzanan haritanın tamamlanmasına çok az kaldı. İdlib de ABD tarafından denetim altına alındığı anda o harita tamamlanmış olacaktır.
O savaşı Anadolu’nun içlerine taşıyacaklar..
Peki biz bu haritadan neden rahatsız oluyoruz? Çünkü bu kuşak Türkiye’yi çevreleme, kuşatma kuşağıdır. Ülkemizin güneyi boyunca tamamen bize düşman bir hat inşa edilmektedir. Türkiye için en büyük tez onu yeniden Anadolu’ya hapsetme, bir adım sonrasında da savaşı Anadolu içlerine taşıma hesabıdır.
Şimdi bunu gözlerimize baka baka yapıyorlar ve bizler yerimizden kımıldamıyoruz bile. Bu ülkenin geleceğini rehin alıyorlar, imha etmeye çalışıyorlar, yüz yıl sonra yeniden yükselişimizi bu şekilde felakete dönüştürmeye çalışıyorlar, hala anlamadık mı?
“Savaşa girme” diyenler işte bu oyunun içindedir
Bu kuşağı yarmak Türkiye’nin yarınını kurtarmaktır. Bugün Türkiye’ye “savaşa girme” diyenlerin büyük bir kısmı söz konusu projenin içerideki pazarlamacılarıdır, savaşı Türkiye içlerine taşımada rol üslenenlerdir.
Derin bir irade, görünmeyen bir el, Türkiye’nin kaderiyle oyun oynuyor. Söz konusu irade PKK iradesi, aklî değil, bir emperyal projedir. 15 Temmuz’da nasıl bir ihanetle sonuca varmak istemişlerse buradan da aynı sonuca varmak istiyorlar.
Krizi, tehdidi, savaşı sınırlarında karşılayan bir devletin geleceği tehdit altındadır. Çünkü bir süre sonra o sınırlara ördüğümüz beton duvarlar bile bir güvence oluşturmayacak, savaş Anadolu içlerine taşınacaktır. Başlıkta “Hatay’ı da alacaklar mı” derken, 1991’den bu yana devam ettirilen “konjonktür oluşturma” taktiklerine dikkat çekmeye de çalıştım. Bize bunu bile tartıştıracak ortamı oluşturmaları muhtemeldir.
O gizli elin içerideki temsilcileri kimler?
O gizli el içeride nasıl bir operasyon yürütüyor, devlet aklını nasıl sabote ediyor, Türkiye’yi nasıl hareketsiz bırakıyor, hangi güvenlik konseptinden hareket ediyor, ne tür yeni oyalama taktikleri hazırlıyor?
O gizli el, FETÖ’den sonra, onun yerine ikame edilen el, çevre, içeride ne tür operasyon yürütüyor? ABD’nin söz konusu harita için Suriye topraklarında yürüttüğü operasyonun Türkiye içindeki ayakları kim? Böyle bir şey gerçekten var mı, varsa nasıl bir tehdit olduğunu kavrayabildik mi? Tehlikenin büyüklüğünü ve yakınlığınıgördük mü?
Yanılmayı çok istiyorum…
Afrin’e müdahale, söz konuşu kuşağın Akdeniz kapısını kapatmadışında hiçbir seçeneğimiz yok. Mesele artık Suriye meselesi değil, Türkiye meselesidir. O kuşak yarılamazsa çok yakında yüzlerce kilometrelik “Türkiye cephesi” ile yüzleşmeye hazır olalım.
Sadece endişelerimi paylaşıyorum, görebildiklerimi aktarmaya çalışıyorum. Bu tehdide karşı Türkiye’nin gözlerini kör edenlerin 2019’dan önce nasıl bir senaryonun içinde olacaklarını hep birlikte göreceğiz.
Dikkatleri çekmek için “Hatay’ı da alırlar mı” derken aslında savaşı Türkiye’ye taşımak için çok beklemeyecekleri konusunda kendimce bir uyarı yapmaya çalışıyorum.
Umarım yanılırım…
İbrahim Karagül/Yenişafak-16 Ağustos 2017