Asur Devleti’nin başşehri ve önemli bir ticaret merkezi olan Ninova şehrinde doğan Yunus (aleyhisselâm), oranın halkına peygamber olarak gönderilir. Hz. Yunus, maddî bir refah ve bolluk içinde yaşayan, putlara tapan Ninova halkını senelerce bir olan Allah’a imana ve ibadet etmeye davet eder. Kavmi ona iman etmediği gibi pek çok eza ve cefada bulunur. Onunla alay ederler. Fakat Yunus (aleyhis selâm) yılmadan ve ümitsizliğe kapılmadan onları hak dine davet etmeye devam eder.
Hz. Yunus, bütün bu samimi gayretlerine rağmen ken disiyle eğlenen, alay ve hakaret eden kavminden ümidi ni kesmeye başlar ve doğru yola geleceklerine olan inancı sönmeye yüz tutar. Çünkü yıllardır uğraşmasına karşılık, muhataplarının sinesinde herhangi bir yumuşama olmaz. Bu sebeple kararını verir: Hicret edecektir. Hicret öncesi son kez halkına, kendilerine büyük bir azabın geleceğini
haber verir. Bunun ilk alameti olarak da yüzlerinin rengi nin değişip bozulacağını söyler.
Ancak halkına karşı çok kırgın ve kızgın olan Hz. Yunus, hicret kararını Cenabı Hak’tan gelen bir emirle değil de kendi arzusuyla alır. Aslında bu hicret, ne görevden kaçış, ne de görevi verene bir baş kaldırıştır. Sadece davete bo yun eğmeyen halktan, bir kızgınlık ve sabırsızlık neticesi vaktinden önce uzaklaşmaktır.
Yunus (aleyhisselâm), büyük bir üzüntü içinde hicret için yola koyulur. Doğup büyüdüğü Ninova’yı terk eder ve Dicle nehri kenarındayken, yolcularla dolu olan bir gemiye biner. Gemi hareket edip kıyıdan uzaklaşır. Bir müddet seyrettik ten sonra durur ve kımıldamaz olur. Gemidekiler şaşırıp kalırlar. Ne kadar çalıştılarsa da gemiyi bir türlü yürütemez ler. Üstelik aniden çıkan bir fırtına ile de gemi batacak hâle gelir. Yolcular büyük bir paniğe kapılırlar. Ardından:
– Aramızda bulunan bir suçlu yüzünden gemi yürümü yor, diye söylenirler.
Sıra bu suçluyu tespit etmeye gelmişti. İçlerinden biri şöyle bir teklifte bulunur:
– Kura çekelim. Suçlu olanı tayin etmeyi Allah’a bırakalım. Kura kime isabet ederse, onu denize atalım ve bu beladan kurtulalım.
Bu teklif kabul görür. Kura çekilir ve kurada Yunus (aleyhisselâm) çıkar. Herkes çok şaşırır. Çünkü Hz. Yunus, hâl ve tavırlarıyla yolcular arasında çok müspet bir tesir uyarmıştır. Suçlunun o olduğu hiç kimsenin aklının ucun dan bile geçmemektedir. Kurayı yenilemeye karar verirler.
Ancak kura iki defa daha çekilir ve yine her ikisinde de aynı isimle karşılaşırlar: Hz. Yunus. O zaman Yunus (aley hisselâm) bunun kendisi hakkında İlahî bir imtihan olduğunu kabul edip tevekkülle, “O âsi kul benim!” der.
Yunus (aleyhisselâm) denize atılır. O sırada vakit gece dir. Denizde de şiddetli bir fırtına vardır ve deniz çalkalan maktadır. Hz. Yunus gemiden denize atlar ve azgın dalgalar la bir müddet boğuşur. O sırada Hz. Yunus’a yardımcı ola bilecek hiçbir kimse yoktur. Kendisinin kurtuluşu için bütün maddî sebepler yok olmuştur. Dalgalar arasında tek başına kalakalmıştır. Gece olduğu için seslense bile sesini duya cak hiç kimse yoktur. Zaten kısa bir zaman sonra bir balık tarafından yutulmuştur. Kısacası gece, deniz ve balık Hz. Yunus aleyhine ittifak etmiştir. Onu, içinde bulunduğu bu ortamdan kurtaracak öyle bir Zat olmalıdır ki, hükmü hem geceye, hem balığa, hem de denize geçmelidir. Şüphesiz ki, bu Zat, bütün sebeplerin yaratıcısı Cenabı Hak’tır.
Bunun üzerine Hz. Yunus, “Ey Rabbim! Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni her türlü noksanlıktan tenzih ede rim. Ben nefsine zulmedenlerden oldum.” diyerek Rabbine yalvarır. Hz. Yunus’un bu samimi tevbesini Cenabı Hak kabul eder ve balığa, içindeki misafirini sahile çıkarmasını emreder. Balık, Hz. Yunus’u (aleyhisselâm) sahile bırakır. Allah Teâlâ, engin lütuf ve keremiyle Hz. Yunus’un sahi le çıktığı yerde, onu hem gölgelendirecek, hem de sinek gibi haşerelerin rahatsızlık vermesinden koruyacak, geniş yapraklı, çabuk büyüyüp yükselen Yaktin (kabak ağacı) adlı bir ağaç bitirir. Hz. Yunus bu ağaç altında bir müddet kalıp eski sıhhat ve afiyetine kavuşur.
Bu arada Ninova halkı, peygamberleri Hz. Yunus’un işaret ettiği gibi bir sabah uyandıklarında yüzlerinin farklı bir renk aldığını ve ardından gökyüzüne baktıkları zaman da üzerlerine siyah bir bulutun geldiğini görürler. Netice itibariyle Hz. Yunus’un bir peygamber olduğunu ve kendilerinin ona zulmettiklerini anlarlar. Bu sebeple bir araya gelip dua dua yalvararak Allah’tan kendilerini affetmelerini isterler. Cenabı Hak bu samimane yapılan duaları kabul buyurur ve onları affeder. Hz. Yunus tekrar kavmine geri döner. Bu şekilde Hz. Yunus’un kavmi, helak edilmeyi hak edip de helak edilmeyen tek kavim olarak tarihteki yerini alır.
Kıssadan Hisse
1. Hz. Yunus’un (a.s) kavmi hakkında takdir edilmiş azabın kaldırılması, Allah’ın o kavme yaptığı hususi bir muamele olabilir ki, başkaları için ne daha önce ne de daha sonra böyle bir muamele söz konusu olmamıştır.
2. Bazen belaların emareleri, sebeplerin ortaya çıkmasıyla belirir, ama tam o esnada yapılan bir iyilik, bir güzellik Allah’ın rahmetini celbetmeye vesile olur. Yunus’un (a.s) kav mi, azap emarelerini görünce toplanmış, Allah’a yönelmiş ve O’na pişmanlık duygularını bildirmişlerdi ki; Allah da on lara göndereceği belayı kaldırmış ve onlara bir süre daha dünyevî, ama uhrevî buutlu yaşama imkânı bahşetmiştir.
3. Âdeti sübhaniyesine göre Allah, hangi kavme azap edecekse nebisine, azap öncesi o beldeden ayrılmasını emir buyurmuştur. Yunus (a.s) ise, öyle bir emir gelmeden, kendi içtihadı ile kavminin beldesini terk etmiştir. Böyle olunca da gelmesi muhtemel azap o kavimden kaldırılmış ve pâyeyi nübüvvete muvafık bir uyarı şeklinde bir pa ratoner gibi O nebiye verilmiştir ki, hikâyede bahsedilen hadiseler Hz. Yunus’un başına gelmiştir.
4. Dua müminin silahıdır. “Kaderi ancak dua redde der.” şeklinde rivayet edilen bir hadis vardır. İnsan kade rinin ne olduğunu bilemez, ancak başa gelebilecek kötü bela ve musibetlerden korunmasının yollarından biri de dua etmektir. Zaten insanın yapacağı dua da kaderdendir. İşte dua bu mânâda kaderi reddeder. Dolayısıyla bu hadisi, Allah’a yakınlaşma aracı olan duaya bir teşvik olarak, duayı da başa gelmesi muhtemel sıkıntı ve belalara karşı da bir paratoner olarak anlamalıdr.