İdlib’de gelinen noktayı biliyorsunuz. Çatışma daha da yayılabilir ve derinleşebilir. Bunun iç ve dış politikada yansımaları da olacak. Fitne zamanlarında herkesin daha dikkatli ve sabırlı olması gerekir. Müminlerin saflarını sık ve doğru tutma zorunluluğu yanında, toplumda denge ve güven unsuru olması gerek. Hem sabreden hem de sabrı tavsiye edenlerden olacağız inşallah. Öfkeyle kalkmayacağız, kışkırtmalara kapılmayacağız ki, zararla oturmayalım!
Yüzümüzü Hakka dönelim.. Ve bilelim ki, halka hizmet, Hakka hizmet vesilesidir. Halk Hakkı konusunda yönetenden razı değilse Hak da razı olmaz. Zira siyaset vekalet müessesesidir. Onların işlerinin istişare ve şûra ile olması gerekir. Yönetenin “ehli hal vel akd” olması gerekir. Yani yaşayış ve davranışı ile olduğu gibi Allah’a verdiği söz ve halka verdiği sözle uyumlu olması gerekir. Yoksa Allah onların işlerini sarp dağlara sardırır.
Bu dünya etme bulma dünyasıdır. Başımıza gelen felaketlerin sebebi biz kişi olarak kendimiziz. Yöneticilerimiz ise yuvarlanan tencerenin kapağını bulması gibidir.
Sanırım birçok kişi farkında değil, 3 aylarla birlikte “Eşhuru hurum” yani “haram aylar” da başlar. Vahiyle belirtilmiş bir husustur bu. İslam konferansına üye 3 İslam ülkesi bugün birbiri ile savaşta. “İslam” olarak baktığımız da saldıran ya da saldırılan kim olursa olsun, utanç verici bir durum sözkonusu. Sonuç şu: “Biz zalimlerden olduk”..
Hani “İslam” “barış dini” idi. Hani Allah’ın bir diğer adı da “Selam” yani “Barış”tı. Allah’ın dini yeri göğü, ölümü ve hayatı açıklar, ama bizim yaşadığımız din iki Müslüman arasındaki ihtilafı bile çözmüyor. Ne hakeme gitmeyi kabul ediyoruz, ne Hakkımıza razı oluyoruz.
Libya’da, Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da olan ne? Evet ortada bizi birbirimize düşüren bir Şeytan ve onun dostları var. Ama Şeytanın varlığı günah işlememizin bahanesi, gerekçesi olamaz!
Birbirimize karşı kah Amerika’yı, kah Avrupa’yı, kah Rusya’yı yanımıza alıyoruz. Tam bir “Şeytan Üçgeni”. Bir bilardo masası kurmuşlar. Kim vurursa öbür tarafa gidiyoruz. Birbirimize karşı bunlardan birini yanımıza alıyoruz. Ya Siyonist lobi bunlar arasında, hepsi ile birlikte iş tutuyorsa. Putin’in seçimlerde Trump’a destek verdiği gizli bir bilgi değil. Ya da ABD NATO içinde AB ile birlikte. Biz NATO da “Domuz sürüsünde kuzu” gibiyiz!
Bakın Allah’ın yardımı bize ulaşmadan bu Şeytan üçgeninden çıkmamız zor. “İçimizdeki beyinsizler” yüzünden bu gidişle başımız daha çook belaya girer. Allah’ın ipine tutunmaktan başka çaremiz yok. Etrafımızdaki Allah’ın yardımını engelleyen, siyaset, sermaye, bürokrat, media, STK, Cemaat görünümlü taifelerden yakamızı kurtarıp, tevbe etmedikçe kurtuluş yok. Bu beladan kurtuluruz bir başka bela bulur bizi.
Karşı tarafa verdiğimiz can kaybı ve yıkım üzerinden psikolojik harp taktikleri ile insanları psikolojik olarak korkutmak değil, savaş şartlarında bile güven duyulan yiğit ve mert insanlar olarak tanınmak daha doğrudur.
Savaşta insanlar ölür, binalar yıkılır ve çevre zarar görür. Biz dünyamızı değiştirmişsek bu sıradan bir ölüm değildir. Şehadet bizim için ölümsüzlüğe geçiştir. Ama bizim savaşımızda bile bunların en az seviyede olması gerekir. Bizi öldürmeye gelenlerin bizde dirilmesi gerekir.
Bakın varolan her şeyin bir Kader’i var. Onun yaratılışı ile birlikte bir yaratılış hikmeti ve zaman içinde olacaklara dair bir hüküm vardır. Biz bu İlahi takdire Kader diyoruz. O iyi ya da kötü, Allah’ın iradesi içindedir. Biz O’nun rızasına talibiz. Yoksa birileri Cennete giderken birileri nasıl Cehenneme gidecek. İnsanların bir tek Ecel’i vardır. “Ecelimiz ömrümüzün kefilidir” aslında. Ecelimiz gelmeden bizi kimse öldüremez. O gelince bizi kimse yaşatamaz. Şehidler için ölüm saniyesi geldiğinde onun ruhu orada başka bir zaman boyutuna geçer ve yaşamaya devam eder. Azrail’in hiç geç kaldığı görülmemiştir. Hep zamanında ve tayin edilen yerde gelir, bulur insanları. Ve kimse rızgından az ya da çok yemeyecektir. O zaman ne gam! Bu telaş niye!. Bize düşen Allah’ın yardımından umudu kesmemek ve kendi nefsimiz konusunda hep bir endişe taşımak.. Kimse kendinden çok emin olmasın. Allah’ın göklerdeki hazinesinin anahtarı ve ordularının komutası O’ndan başka kimsenin elinde değildir.
Şunu hiç aklımızdan çıkarmayalım: Allah (cc) cahil, zalim, fasık, facir, müstekbir, müfrefinlere (Keyfleri ve hazlarının peşinde koşan, rahatlarının bozulmasını istemeyen, risk almayan, bedel ödemek istemeyen), zanilere yardım etmeyecek. Onlardan uzaklaşın ve onları uzaklaştırın.
Şimdilerde herkes “oyun kurmak”dan söz ediyor. Başkalarına benzemeyelim. Hikmetse bir şey alırız, ama her halûkârda o işte niyet ve usul olarak farklı bir yanımız olur/olmalı. Alameti farikamızı, yani, ayırt edici özelliklerimizi korumamız gerek. O stratejik plan yapan toplum mühendisleri yok mu “Tuzak kuranlar” onlardır işte. Onlar modern zamane kahinleridir. Topluma İlahlık ve Rablik taslayanlar onlardır. Allah onların yaptıklarından haberdardır ve onların tuzaklarını başlarına geçirecektir. O, onların “kapalı kapılar arkasında fısıldaştıklarını” da görmekte duymakta, bilmektedir.
Durun baka hele, bize hayır gibi gelen şeylerde Şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Aklımızı başımıza toplamak için bir musibet bin nasihattan daha hayırlıdır belki. Biz makam ve imkan verdiklerimize bakalım. Haksızlıklar karşısında susanlardan olmayalım. Olupbiten şeylerden gelecek için ders çıkaralım ama geçmişe dönük ihtimal hesapları ile vakit kaybetmeyelim. Allah’ın takdirinde geriye dönük ihtimal hesabı yoktur. İnsanların hayatlarının sözkonusu olduğu konularda siyasi polemik ve demogojik tartışmalardan uzak duralım. Fasıklar ya da bizi birbirimize düşürmek isteyen çevreler bir haber getirdiklerinde hemen inanmayalım. Akıl, vicdan, merhamet dışı iddia sahiplerinin ifsatlarına alet olmayalım. “Bizim orada ne işimiz vardı” ya da “onların burada ne işi vardı” gibi tartışmaları bugün ya da geriileriye dönük tartışmalardan uzak duralım. “Amerika, Avrupa, Ruslar niye burada” sorusunu soruyor mu onlar?
İnşallah bu olay bir vesile olur da iç politikadaki o demagojilerden, polemiklerden uzaklaşırız. Dua ile savaş istenmez. Ama savaş da, terör de, darbe de her zaman olabilir. O zaman da nerede duracağımız belli. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun mazlumdan yana, zalime karşı. Zalim babamız da olsa mazlum düşmanımız da olsa. Ve işi ehline vereceğiz tabii. Ehliyet ve liyakat esas olacak. Adil Şahidler olacağız. Bir topluluğa olan düşmanlığımız bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek. Ve düşmanlarımızla bile konuşurken “güzel söz ve hikmetle”, onları kazanmak üzere “gavli leyyin” ile bir yol izleyeceğiz. Merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olacak. Müslüman olarak yaşayıp, Müslümanca öleceğiz.
Bakın, korku ve umut yok, böyle yaparsak mahzun olmayacağız. Unutmayalım ki, Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur. Allah’ın işini kolaylaştırdıklarından olalım diye, selâm ve dua ile.
Abdurrahman Dilipak/Yeniakit