Corona virüsü keyfimizi kaçırdı maalesef.
Gerçekten çok ürkütücü bir o kadar da endişe verici.
Şehirler birer birer karantinaya alınıyor, virüs dünyanın çeşitli coğrafyalarına ulaşabiliyor.
İnsan ırkı zayıf ve çaresiz.
İlim, bilim, teknoloji yahut Tanrılık iddiası, gelişmiş silahlar, robotlar, hastaneler, doktorlar, ilaçlar, teşhis yöntemleri ve daha niceleri; gözün bile göremediği bir virüs karşısında an itibarıyla ne kadar hiç!
Var gücüyle çaresini arıyor, zamanla yarışıyor.
Peki Corona üretilmiş bir virüs olabilir mi? Bilmiyoruz!
Eğitim sistemimize maalesef ‘kâşif’ olarak giren, gerçekte acımasız bir katil olan Kristof Kolomb, Amerika kıtasına ayak bastığında masum binlerce Kızılderili’yi çiçek virüslü battaniyelerle katletmişti.
Garibim Kızılderililer beyaz adamın ne kadar açgözlü ve acımasız olduğunu anladıklarında iş işten çoktan geçmişti.
Peki ya fare, yarasa, köpek gibi hayvanları yedikleri için olabilir mi?
İnsanoğlu kendisi için yaratılmış sayısız nimetler dururken neden yarasa, fare, köpek yer ki?
Ya da dünya nüfusunu azaltma projesi midir?
Belki de Çin ekonomisini durdurabilmek için laboratuvarda üretilmiştir?
1800’lü yıllarda İngiliz Tomas Malthus, dünya nüfusunun gıda kaynaklarına oranla çok daha hızlı arttığını ve günün birinde bu durumun ciddi sıkıntılar doğuracağını savundu. Bu fikre inanan Maltusçular’a göre dünya sadece 500 milyon kadar insana yetebilir!
Çaresi bulunamazsa virüs tüm dünyaya yayılır mı?
Dünya 1300’lü yılların ortasında, hadi tam tarih verelim 13471351 yılları arasında beter bir salgınla karşı karşıya kaldı. Kara veba yahut kara ölüm diye adlandırıldı. Milyonlarca insan yakalandığı bu vebanın pençesinde acı çekerek ölüp gitti.
Vaktiyle (Sır Küpü’nü yazarken) bu konu üzerinde hayli araştırma yapmıştım. Hıyarcıklı veba olarak da bilinen bu salgın nedeniyle Avrupa nüfusunun neredeyse 3’te biri yok oldu. Konu çok uzun lakin fikir vermesi açısından bir parça değinelim. Salgına yakalanan insanlar birkaç gün içerisinde büyük acılar çekerek can verdiler. Bir türlü çare bulunamıyordu. İnsanlar son çare Kilise’ye sığındılar. Kutsanıp vebadan kurtulmak istiyorlardı. Ancak bu mümkün değildi. Dahası vebayı kiliselere de bulaştırdılar. Böylece yetişmiş onlarca papaz vebadan öldü. Derken Kilise otoritesini kaybetti. Bunu yeniden ihdas etmek için akıldışı, vahşi yöntemlere başvurdu.
Önce kediler, karanlıkta parlayan gözleri yüzünden şeytan ilan edildi. Kilise, ‘kediler itlaf edilirse Tanrı’nın bu musibeti ortadan kaldıracağını’ söyledi. Bütün Avrupa kedi itlafına başladı. Lakin kediler ölünce veba salgını daha da hız kazandı. Zira veba farelerin üzerlerinde taşıdığı pirelerden bulaşıyordu. Bütün şehirler bu kez fare istilasına uğradı. Kilise daha sonra vebanın cadılar yüzünden olduğunu söyledi. Ve o meşhur ‘cadı avları’ başladı. Nafile!
Kilise son olarak vebanın Yahudiler tarafından su kuyularına bulaştırıldığını iddia etti. Bu kez Avrupa’da korkunç bir Yahudi katliamı yaşandı.
Veba Osmanlı topraklarına kadar dayandı lakin içerilere yayılamadı. Zira Müslümanların temizlik konusundaki hassasiyeti vebanın yayılmasına mani olmuştu.
Şimdi gelelim asıl meseleye.
Avrupa’yı kasıp kavuran kara vebanın nedeni bugün hâlâ araştırılmakta.
Veba salgınında birinci şüpheli insanın ta kendisi.
Kirletmesi, pis olması, yaradılışa uygun yaşamaması, acımasız oluşu, azgınlığı, aç gözlülüğü, paylaşmak istememesi.
Ey insan, insan ol!
Turgay Güler/Akşam Gazetesi