Önce bir özeleştiri..
İstanbul Sözleşmesi, AK Parti iktidarında imzalandı.
Yanlış mıydı?
Külliyen yanlıştı..
Bugüne kadar yürürlükte kalması daha büyük yanlış mı?
Evet büyük yanlış..
Bugün TBMM çatısı altında, hâlâ “İstanbul Sözleşmesi’nin etkin uygulanması”adı altında komisyonlar kurulması daha vahim bir yanlış mı?
Evet, çok vahim bir yanlış..
Ama yanlışın neresinden dönerseniz, o da kârdır..
Artık o İstanbul Sözleşmesi’nden dönmeliyiz..
Ki; en üst makamdan da kısa süre önce, aynı mealde özeleştiri gelmişti..
“İstanbul Sözleşmesi nas değildir. Bizim için ölçü değil!”
Bu, öylesine söylenmiş bir söz mü?
Hayır..
İstanbul Sözleşmesinin 80. maddesi, zaten bunu düzenliyor:
“Sözleşmenin feshi:
Taraflardan herhangi biri, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne yapacağı bir bildirimle, herhangi bir zaman bu sözleşmeyi feshedebilir.”
Noktayı koyuyor muyuz?
Koyuyoruz..
Kısır siyasi tartışmalara girmeden..
Senben kavgası yapmadan..
“Hah ha.. Sözleşmeyi sen imzalamamış mıydın” teranesi yapmadan..
İstanbul Sözleşmesi’ni, tüm muhafazakar insanlarımızın desteği ile..
AK Parti, MHP, SP, BBP.. Ve CHP’nin içindeki İstanbulAnkara adaylarına onay veren, hatta bu adayların milliyetçi kimliği ile övünen muhafazakar seçmenin desteği ile..
HDP’nin yönetimindeki bir avuç ateisti dışarda tutarsak.. HDP’nin samimi dindar tabanının desteği ile..
İstanbul Sözleşmesi’ni feshedelim, bu defter kapansın..
•
Niçin bu sözleşmenin feshi önemli?
Çünkü bu sözleşmenin imzalanması ile birlikte, Türkiye’de azalması düşünülen kadın cinayetleri arttı..
Kadına yönelik şiddetin azalması için imzalanan sözleşme sonrasında, kadınlara yönelik şiddet arttı..
Hem de öyle, bir aylığına, üç aylığına değil..
Bir seneliğine, iki seneliğine değil..
Her yıl, önceki yıldan daha fazla olacak şekilde, kadına şiddet de arttı, kadın cinayetleri de arttı..
O halde, bu sözleşmeyi yırtıp, çöpe atmanın vakti gelmiştir, geçmiştir bile..
Diyeceksiniz ki, “Kadına şiddeti önlemek için imzalanan bir sözleşmede ne var ki, kadına şiddeti artırdı?”
Ne yok ki?
Her şeyden önce, kadına bakış açısı yanlış..
Erkeğe bakış açısı yanlış..
Topluma bakış açısı yanlış..
Sözleşmenin girişinde, bakın ne deniliyor:
“Kadına karşı şiddetin, kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak..”
“Kadına şiddet” çok basit, çok yalın, edebiyat yapmadan kınanması gerekirken..
“İnsana şiddet yasaktır,.. Kadına şiddet iki defa yasaktır. Çocuğa şiddet, üç defa yasaktır” diye yazılıp bitirilecek bir konu..
“Kadınlarla erkeklerin, tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkileri” ile başlayan mavallar..
“Erkeklerin, kadınlara üstünlüğü” tartışması ile devam eden konuyu bağlamından koparan ve esas amacın “şiddeti önlemek” olmadığını ispatlayan söylemler..
En nihayetinde de..
“Kadınların ilerlemesinin önlenmesi” gibi absürt bir noktaya geliş..
Hepimiz; erkeği ile kızı ile, bir anneden doğduk..
Sapkınların piyasaya çıkmadığı tarihler için söyleyelim.. Hepimizin evliliği, bir erkek ile bir kadın arasında yapılıyor..
Çocuklarımızın cinsiyetini biz belirlemiyoruz, kızı olan var, erkek çocuğu olan var, ikisine birden sahip olan var..
Ama bu toplumda hiç kimsenin..
“Ben senden üstünüm. O halde ben seni döveceğim” dediğine de şahit olmadık..
“Anne ile baba arasında, güç kavgası yapıldığı”na da şahit olmadık..
“Kadınların ilerlemelerine engel olmaya” da şahit olmadık.
Neye şahit olduk?
Erkeğin “Ben özgürüm, istediğimi yaparım” demesi üzerine..
Onunla yarışan kadının da..
“O halde ben de özgürüm, ben de istediğimi yaparım” dediğini gördük..
Oysa, ne erkek, eşi dışında istediği kadınla gezip dolaşma anlamında özgür..
Ne de kadın, erkekle yarışmak için söylediği üzere, “Şunu da yaparım, bunu da yaparım” anlamında “özgür!”
Doğru olan ne?
Ne erkek, eşine ihanet etmeli..
Ne de kadın, ona misilleme yapmalı..
Bugün, çağdaş olduğunu iddia eden kesimlerde bile, kadınlar itiraf ediyorlar.
“Eşimin günübirlik ilişkisine ses çıkarmam.. Çıkartsaydım, ilişkimiz bu kadar sürmezdi” diyorlar..
Zinayı kabullenmişler..
İslamın yasak kıldığı bir eylemi, erkek yapabiliyor..
Ve kadın, buna razı olmak durumunda kaldığını kabul ediyor..
Arada bir tanesi de.. İki tanesi de..
“Madem öyle” deyince..
İşte o aşamada kavgalar çıkıyor. Kadına şiddet başlıyor..
Öyle ki..
Kadına yönelik şiddet, ekonomik özgürlüğünü elde etmiş kadınlara yönelik olarak bile yaşanıyor..
Akademik kariyere sahip kadınlar bile aile içi şiddete maruz kalabiliyorlar..
O zaman..
Tartışmayı felsefi boyutlara taşımaktansa..
Dinimizin de öngördüğü şekilde..
Karşılıklı saygı çerçevesinde, ilişkileri düzenleme yerine..
“Sen dedin.. Ben dedim.. Sen benim akşamları eğlenmeye gitmemi engelledin.. Yok, esas sen, benim ilerlememi engelledin” demeden..
Darbeci Kenan Evren’in Anayasa’sında bile “Toplumun temeli” diye belirtilen “aile”nin gündemine, erkekkadın yarıştırmasını sokmadan..
Aileye tamamen materyalist pencereden bakan İstanbul Sözleşmesi’ni yırtıp..
“Cennet annelerin ayakları altındadır” temel felsefesine uygun olarak..
“Kadınlar birer emanettir” bakış açısına bağlı olarak..
İlişkileri düzenlemeliyiz..
“Ben emanet falan değilim” diyenlere ise.
Diyecek bir şeyimiz yok..
İstanbul Sözleşmesi ile, kadına şiddeti bitirmek istediniz.
Geldiğimiz nokta ortada..
Sen “emanet” olmamakta özgürsün..
Ama bu milletin insanlarına, materyalist sistemi dayatmaya da hakkınız yok..
Ali Karahasanoğlu/Yeniakit