Avrupa tarihini bize nasıl okuttular? Rönesans, Reform, Aydınlanma, Sanayi ve Bilim devrimleri... Bu dönemler gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçirilir. Fakat onların hangi ahlak dışı temeller üzerinde durduğuna ve bunları insanları ve ülkeleri sömürerek nasıl başardıklarına dair bir açıklama bulamazsınız.
Halbuki Rönesans da, Reform da, Aydınlanma da öyle pürüzsüz, kusursuz dönemler değildir. Bu dönemlerin içerisinde öyle kanlı ve kinli olaylar vardır ki, maalesef bizim kitapları yazanlar kusur ve ayıplarını örterek pırıl pırıl bir Avrupa vitrini çizer. Bu vitrinde falancanın keşfi, falancanın icadı, hatta dünyayı keşifleri gırla gider.
Öte yandan; el çabukluğu marifet bir gizleme operasyonu da yürütülür. Mesela Newton’ın yerçekimi kanunu anlatılır (başına elma düşmesi de hikâye). Fakat gizli ilimlerle uğraştığını, kehanet ilmi üzerinde çalıştığını, hatta Hıristiyanlığın dünyaya ne zaman hâkim olacağı ile ilgili bir kitap kaleme aldığını asla yazmaz. Gerçekten de Newton matematiksel hesaplarla Hıristiyanlığın dünyaya ne zaman egemen olacağı hakkında araştırma yapmış ve bunu bir kitap haline de getirmiştir. (Aytunç Altındal olmasa benim gibiler bile bu bilgiden habersiz kalacaktı.) Fakat dikkat edin, Newton deyince zihnimizde Hıristiyanlıkla ilgili en ufak bir çağrışım oluşmaz. Halbuki kendisi bir papaz kadar donanımlı olan Newton Trinity, yani Teslis Koleji’nde hocalık yapmıştı.
İşte derdi mensup olduğu dinin dünyaya hâkim olması olan, ayrıca Mason üstadı olan, gizli ilimlerde ve astrolojiyle ilgilenen, hatta simya ilmi üzerine üç bin sayfalık notu bulunan Newton’ı bilmiyor, onu yalnız “bilim adamı” kimliğiyle tanıyoruz. Buna mukabil bizim tarihimizde ufacık bir hatası veya yanlış görüşü olan bir alim mevcut olsa bu yönü yüzlerce kez beynimize çarpılırdı.
Her normal insan bir tanışma ortamında kendisinin hasletlerinden, başarı ve üstünlüklerinden bahsedip kötü yönlerini gizler. Normal milletler de böyledir. Dünyada milletler kötü taraflarını, mağlubiyetlerini, başarısızlıklarını vs. çocuklarına anlatmaz; bunun yerine zaferlerini, yetiştirdiği başarılı ilim adamları ve kahramanları tanıtır. Fakat nasıl oluyorsa bizim ders kitaplarını yazanlar Batı’nın üstün taraflarını anlatıyor ama kendi tarihimizde ufacık bir hata bulsa onu gözümüze sokmaya, hafızamıza kazımaya kalkışıyor.
Peki bu bizi her fırsatta kötüleyen ama Batı’yı yücelten ders kitaplarını kimler yazdı?
Bu kitapları bir Türk yazabilir mi? Bir Müslüman böyle kitaplar kaleme alabilir mi?
En azından körpe zihinleri kirletmemek adına bunu yapmazsın, değil mi? Kendisinin başarılı taraflarını, düşmanının açığını anlatmak suretiyle bir tarih bilinci ve moral vermeye çalışırsın yeni nesle. Normal olanı da bu değil midir? Lakin her nasılsa bizim kitaplarımızda Batı/Avrupa kusursuzmuş gibi anlatılırken bizim hatalarımız yerden yere vurulur.
Böyle gelmiş ama böyle gitmez; kitaplarımız bizim gözümüzle yazılana dek mücadeleye devam. Avrupa saraylarında yamyamlık
Dr. Richard Sugg Mummies, Vampires and Cannibals (Mumyalar, Vampirler ve Yamyamlar) adlı kitabıyla 18. yüzyıl dahil Avrupa saraylarında hanedanlar ve aristokratlar arasında insan kanı, insan eti, insan yağı ve insan kemiği (mumyalar dahil) tüketildiğine dair –ki buna corps medicine (ceset tıbbı) deniliyormuş sarayların arşiv belgelerini ortaya koydu. Ayrıca genç birinin baltayla idamından sonra akan kanın bir kovaya toplanması için saraydan görevlilerin gönderildiğini ve mahkûmun kafası kesildikten sonra saraya getirilen kanın, yaşlı kralın veya kraliçenin yemeklerine gençlik iksiri olarak katıldığını belgelerle açıkladı.
Acaba bunları tarih kitaplarımız niye yazmaz? (Kitaplar hakikaten “bizim” olsaydı yazardı elbette.) Genç insan kafataslarını havanda ezip toz haline getirdikten sonra yemeklere kattıklarını neden yazmazlar? Ünitede Avrupa tarihiyle ilgili sayfaya bir küçük pencere açılarak bu bilgilere yer verilebilir. Fakat yapmazlar, çünkü bu kitapları biz yazmadık.
Bu hakikatleri ortaya koyan Dr. Sugg, sindirilmiş bir araştırmacı. Doğruyu söylemek Türkiye’de olduğu kadar başka coğrafyalarda da ne yazık ki kahramanlık isteyen bir iş.
Eğri oturup doğru konuşalım: Tam tersinin olması, yani doğruyu söyleyenin ödüllendirilmesi, yalanı söyleyenin yerin dibine batırılması gerekmez miydi? Nasıl oluyorsa doğruyu söylemek suç teşkil ediyorken yalan söylemek kişiyi istediği makama ulaştıran altın bir merdiven haline gelmiş durumda. Bu asla kabul edilemez. Öncelikle kitapların acilen revize edilmesi, içinde hak olan neyse onun yer alması gerekir. Tarihçilerin de bunları ortaya koyacak kadar cesaretli olması gerekir.
Hollandalılar başbakanlarını pişirip yemişti. Geçen ay Gaziantep’te Şehreküstü semtinde bulunan Şıh Camii’ne giderken Hollandalı bir Türk turist grubunu gezdiren rehber grupla beraber yanıma geldi. Onlara şunu sordum:
Okulda Hollanda tarihinde bir başbakanın öldürüldükten sonra etinin pişirilip yendiği öğretildi mi size? Cevaben ders kitaplarında böyle bir bilgiye rast gelmediklerini söylediler. Onlara bu gerçeğin araştırmalarla sabit olduğunu söyleyip kaynaklarını verdim. Olay şu:
John De Witt adında Hollanda krallığını devirip yerine cumhuriyeti kuran talihsiz bir adam kardeşiyle birlikte kralcıların öfkesi üzerine çıkan bir isyanda öldürülmüş, ardından vücutları parçalanmış, yetmezmiş gibi etleri pişirilip yenmiş. Evet yenmiş! Kusursuz bir yamyamlık örneği bu! (Geniş bilgi yeni baskısı Hümayun Yayınları’ndan çıkan Avrupa’nın 50 Büyük Yalanı adlı kitabımda.)
Gruptakiler hayret etti ve Hollanda’ya dönünce hocalarına bu bilgilerin bize neden anlatılmadığını soracaklarını söylediler.
Görüldüğü gibi Avrupa’da 17. yüzyılın ikinci yarısında, hatta Dr. Sugg’a bakılırsa 18. yüzyılda dahi yamyamlık örneklerine rastlamak mümkün. Ama bunları bilmiyoruz, bilmemiz de istenmiyor. Çünkü bilsek bunlar varken neden Batılıyı rehber edindiğimizi sorgulayanlar çıkacak.
Şehid Malcolm X’in dediği gibi “Bütün uyuyanları uyandırmaya bir uyanık yeter.” Evet, bin kişi bir araya gelse bir kişiyi zorla uyutamaz ama bir kişi bin uyuyan insanı uyandırabilir. Onun için hepimizin hakikate giden yolda bilgi ve fikirle mücehhez olarak hakikati araştırması şarttır. Uyanacak ve uyandıracağız. Başka türlü etrafımıza örülen bu lanet çemberini yaramayacağız çünkü.
Mustafa Armağan/Yeniakit 28 Kasım 2021