Ortada
“7 Haziran” havası değil, “1 Kasım” havası mevcut, kimse temkini elden
bırakmıyor. Sonuç belirginleşse de rehavet havasına girilmiyor. Bu bir
“parti seçimi” olmadığı için neticenin telafisi kısa vadede mümkün
değil, yani sonuç “olumsuz” olursa Türkiye en iyimser tahminle 30 yıl
kaybedecek!
Referanduma 2 hafta kaldı.
Bu
süreçte FETÖ, PKK ve bunları beslediğini neredeyse haykıran Avrupa yine
15 Temmuz benzeri bir kalkışmaya girişecek gibi durmuyor. Karşılarında
sadece Recep Tayyip Erdoğan yok, onun arkasındaki büyük halk gücünü
görüyorlar. Selâ okuyanlar, belâ okuyanları 15 Temmuz’da yendi, 16 Nisan
gözle görülür bir savaş olmasa bile Avrupa’ya göre sonun başlangıcı,
bize göre tarihe bıraktığımız yerden devam etmenin mihenk taşı! Kapı
kilit tutmasın diye dibimize kadar sokulanlar bertaraf edilecek. Bu
esnada boş durmayacaklarını hepimiz biliyoruz değil mi?
15 Temmuz sonrasının esas oyunları 17 Nisan sabahından itibaren başlayacak.
Tüm
hazırlıklarını buna göre yapıyorlar. “Hayır” çıkarsa zaten
istediklerini almış olacaklar. Kimler almış olacak? Batı’nın bizzat
kendisi; FETÖ ve PKK tıpkı DAEŞ ve PYD gibi Batı’nın ileri karakolları!
“Evet” çıkması durumunda mücadele daha fırtınalı geçecek. Peki, biz ne
yapacağız?
Kadayıfın
altı kızardı mı bilmem ama milletin sabrının tükendiği kesin. Toplumda
ülke içinde bir mücadele ve savunmadan ziyade sınır ötesi harekât
beklentisi var.
Sınır ötesi neresi: Avrupa ve İngiltere! Evet, özellikle de İngiltere!
200
yıllık mücadelenin rövanşındayız. Bu iş Irak ve Suriye’ye sınır ötesi
harekât ile uzun vadeli bir neticeye varamaz. Batı’ya karşı silahlı
mücadeleden bahsetmiyoruz. “İstihbarat, diplomasi ve siyaset” harekâtı
Batı’ya bir akın şeklinde başlamak zorunda.
Avrupa’nın
ajanları bizim topraklarımızda cirit atıyor, buna misliyle karşılık
vermezsek başarılı olamayız. 16 Nisan sonrası yeni sistemin çarkları
dönecekse planlar silsilesi yapmak durumu kaçınılmazdır. Aksi takdirde
Cumhurbaşkanlığı Sistemi sadece “koalisyonları önleyen” bir sistem
olmanın ötesine geçemez. Yeni sistem 2019’da devreye giriyor, erken
seçim ihtimali verilecek mücadeleye göre şekillenecek.
Ülkeleri
istihbarat teşkilatları yönetmez, ama onlar yönlendirir. Ülkenin ayakta
kalması yahut diz çökmesi onlara bağlıdır. Devletin başa geçmesi yahut
kuzgunun leşe çökmesi olayıdır bu!
Türkiye’yi “içeriden” savundukça çok güç ve vakit kaybediyoruz, savunma tıpkı Suriye’de olduğu gibi sınır dışından başlamalı. Avrupa,
ABD ve İngiltere’nin sınırlarına “silahlı” elbette olmaz lakin
diplomatik bir şekilde girmek zorundayız. Yıllarca bizim topraklarımızda
cirit attıklarını hem onlar hem biz biliyoruz. Hatta bu neredeyse
kanıksanmış bir vakaya dönüştü. Hal böyleyken neden biz boş duralım.
Mazlumun hakkı ve şehitlerin hatırı için yeni stratejiler geliştirmek
zorundayız. İşin boyutları değişiyorsa eski taktikler sadece düşmana
vakit kazandırır.
Bu
bir kuru ideoloji ve hamaset değil, tarihin bize biçtiği yeni
kaftandır. Ya bu elbiseyi giyip ümmeti zilletten kurtaracağız yahut
bizim topraklarımıza “Ortadoğu bataklığı” demeye devam edecekler.
16 Nisan sonrası Çanakkale yahut 15 Temmuz gibi olmaz.
360
derecelik sınır ötesi diplomasi şart; milli istihbarata büyük iş
düşüyor! Biz dik durduktan sonra, birileri sadece “cüce” olduğunu
anlayacak. Her taşın altına mesaj koyma merakı içinde olanların tepesine
birer taş koymanın vakti geldi.
Biz
kalabalıklarız, bu ülkenin kaderini asgari ücretliler ve otobüse binmek
için bilet bulamayan öğrenciler değiştirebilir. Onların makam-mevki
kaygısı yok; esas makamı Allah tayin edecektir. Bizim yüreğimizde kippa,
vicdanımızda gamalı haç yok; hilâlin gölgesine ve bu gölgeye sırtını
yaslayanlara güveniyoruz.
Akit-3 Nisan 2017