AKDENİZ KUŞATMASI
Dünya askeri bir nizama doğru yoğruluyor. Herkes cephesini yavaş yavaş belirliyor. Saflar netleşiyor. Tarih bize Kadeş anlaşmasında bugüne dair ipuçları veriyor. Tarih bize Kıbrıs’ı fetheden Lala Paşa ile beraber çok önemli hatırlatmalarda bulunuyor. Tarih Kanuni’nin projesi olan Süveyş Kanalı ile yapılmak istenenleri ve bunun başarısız olması sonucu İngiltere’nin üç-dört asır sonra bu projeye tekrar hayat vermesinin ne demek olduğunu anlatıyor. Yani İngiltere’nin bu hamlesi aslında bize Kanuni Sultan Süleyman’ın İngiliz aklından 3-4 asır önde gittiğini açıkça izah ediyor. Tarih bize Kanuni’yi dinlemeyen ve hatta Kanuni Sultan Süleyman’ı anlamayan devlet adamlarının sonunu anlatıyor. Kanuni’den sonra neden düşüşe geçtiğimizi… Tarih bizi tekrar sınıyor dostlar! Hem de aynı kadim topraklarda. Hem de karşımızda aynı düşmanlarla. Hem de kaybettiğimiz bütün onurumuzu iade sözü ile beraber. Bize zaferi işaret ederek ve hatta nerdeyse elimize tutuşturarak... Aynı tuzaklara düşeceğimizi sananlar yanılıyorlar. Aynı hatalar tekrarlanmayacak. Kılıç Ali Paşalar emir bekliyorlar. Son bir ders verilecek. Bu topraklara Malazgirt’ten sonra Müslümanlar ikinci bir imza atacaklar. O imza Erdoğan ile beraber atılacak. Bu toprakların 200 yıldır özlediği adaletin tecellisi için kıran kırana bir mücadele başlamak üzere, hazır mısınız?
Esselamu Aleykum kardeşlerim. Temliha’nın “Yalnız mı kaldık” ezgisi ile titriyor bütün ruhum. Her defasında yüreğimde toplar patlıyor. Sadece Çoban Bey’de özel harekât mensubu Fâtih’in yüreğine düşmüyor cihad ateşi. Gradlar her defasında Halep’in kuzey batısını, İdlib’i yakmıyor. İçimde her nakarat bir grad füzesi gibi, her kelime bir TOW’dan çıkan ateşli balya… Yalnız mı kaldık bu erk yolunda? Yalnız mı kaldık? Cevabı sizde. Cevabı yüreğinizde. Cevabı “Ben ne yapabilirim?” sorusunda. Cevabı “Ben kimim?” sorusunda. Cevabı “Nedenlerde”. Cevabı “TARİHTE”. Cevabı Keşmirden, Hartum’a kadar uzanan coğrafyanın magmasında. Patlamaya hazır bütün soruların cevabı. Peki, senin yüreğin kaldırmaya hazır mı?
Geçen gün kaleme aldığım küçük bir bölümü tekrar paylaşarak başlıyorum yazıma. Bu kısmı yazının devamı için tekrar hatırlatmakta fayda var.
Irak savaşını hatırlayın. Amerikan deniz piyadeleri ile adeta şov yaparcasına girmişti Irak’a. Karşısında düzenli bir ordu olmamasına rağmen sokak çetelerine karşı her gün onlarca kayıp veriyordu Amerikan deniz piyadeleri. Hâlbuki bu piyadelerin namını yayıp, düşman ülkelerine korku salmak için Hollywood yıllardır milyarlarca dolar yatırım yapıyordu. Amerikan deniz piyadelerinin ismi yetmeliydi Irak’ı birkaç günde almaya. Ama Irak hiçbir Hollywood filmine benzemiyordu. Amerika’nın Vietnam’daki Rambo yalanı Irak’ta ters tepmiş ve “Sniper Juba” yüzlerce Iraklıda kendini bulmuştu. Evet, Amerika’nın bir Rambosu yoktu Irak’ta ama Irak’ın Jubaları vardı. Her gün internete düşen Sniper hedefi ile yere düşen Amerikan askerlerinin videoları Amerika’yı farklı stratejiler geliştirmeye itti. Amerika gibi bir ülkenin ordusunun karşısında Sünni ve bazı Şia aşiretler ellerinde keleşlerle savaşıyorlardı. Hatta bazılarında sadece tüfek vardı. Buna rağmen Amerika her gün asker kaybetmeye devam ediyordu. Anladılar ki yaptıkları büyük bir hataydı. Anladılar ki bölgede resmi olarak düzenli ordu ile var olmak yerine proxy örgütleri kullanmak daha makul olacaktı. Nitekim Amerika'ya göre hiçbir düzenli ordu ait olduğu ülkede gürültü çıkaramayacak kadar iyi savaşamazdı. Yani her gün verilecek kayıplar Amerika'da yükselecek olan aykırı sesler olacaktı.
İran'da tıpkı Amerika gibi bunu önce Lübnan'da gerçekleştirdi. Ordusunu göndermek yerine Lübnan Hizbullah’ı ile ülkeye hâkim olmaya çalıştı. Hatırlarsanız Lübnan ve Suriye istihbaratları ile ilgili bir röportaj vermiştim. O röportajda İran'ın önce Lübnan sonra da Suriye'de nasıl kontrolü ele geçirdiğini anlatmıştım. (Merak edenler "Suriye İstihbarat Başkanı MİT ile Görüştü mü?", Google’da arayabilirsiniz.)
Ve İran Hizbullah üzerinden yetiştirdiği binlerce muhacir ile farklı vekil ordular kurdu. Birinin adı Haşdi Şâbi oldu, diğerinin adı devrim komandoları, birinin adı General Dehgan savaşçıları oldu, diğerinin adı Hamaney suikastçıları...) Aslında hepsi Afganistan, Özbekistan, Kazakistan, Azerbaycan, Pakistan gibi ülkelerden İran'a göç eden ailelerin devşirilmiş çocukları. Bunlar bir kaç aylık eğitimden sonra cepheye sürülen ve bir daha geri dönmeyecekleri bilinen askerlerden mübari.
Konuyu nereye getiriyorsun Bisimit? Konuyu şuraya getiriyorum. Türkiye bugün hem Irak'ta hem de Suriye'de büyük bir cesaret örneği sergiliyor ve ordusu ile var oluyor. Türkiye her gün bu cehennemde yüzlerce askerini kaybeden Devletlere büyük bir gözdağı veriyor. "Ben buradayım, ben" diyor. Kendi askerimle, resmi ordumla, her şeyi göze alarak, bütün iradem ve kararlılığımla ben buradayım, çıkaracaksanız gelin çıkartın.
Başkomutan Erdoğan üstüne basa basa şu sözleri özellikle söyledi: "Türkiye küresel bir güçtür. Bize operasyon çekmek isteyen, kendine güveniyorsa gelsin."
Vekil örgütleri ile Ortadoğu cehenneminde Türkiye ile bir ilk yaşandı. Resmi kara ordusu ile tam teçhizatlı ve müteşekkil bir şekilde hedefine doğru ilerleyen ilk ve tek ülke Türkiye. Rusya gibi havadan neresi olursa olsun bomba bırakmıyor. Amerika gibi o örgüte, bu örgüte silah verirken yanlışlıkla IŞİD'e de bir kaç balya silah bırakmıyor, İran gibi Haşdi Şabi üzerinden Irak'ı hâkimiyet altına almaya çalışmıyor. Türkiye olarak buraya girdim, çıkarmaya gücü yeten buyursun çıkarsın mesajı veriyor.
Bu mesaj bize yıllar önce Swat vadisini efsaneleştiren iki yiğidi getiriyor akıllara. Abdülhamid’in ruhunu Swat vadisine taşıyan ve 100 yıl sonra Swat vadisinden Halep’te yine Türkleri bulan o ruhu anlatacağım.
1881 ve 1886 yıllarında iki yiğit geldi dünyaya. Birisi Peşaver’de, diğeri İstanbul’da. Her ikisi de Sultan Abdülhâmid ve sonrasında Sultan Reşad’a tam biat edecek, her ikisi de yurtlarını terk ederek mücadeleyi Osmanlı’nın en uç bucak köşelerine taşıyacak, her ikisi de tarihi görevler alacak, her ikisi de gerçek kahraman olmasına rağmen maalesef ihanetle yargılanacaklardı.
Onların kaderi gibi suretleri de birbirine benziyordu. Hatta sonunda birisi diğeri sanıldığı için şehit edilecekti. Size bu iki yiğidin hikâyesi üzerinden gündemi anlatacağım kardeşlerim.
Peşaverli Abdurrahman Bey ve Rauf Orbay. Peşaverli Abdurrahman Bey şu an Pakistan’a bağlı olmasına rağmen, o zamanlar İngiliz sömürgesindeki Hindistan yönetiminde olan Peşaver’den elbisesini satarak elde ettiği yol parası ile gelmişti İstanbul’a ve Rauf Orbay’a emanet edilmişti Râb tarafından. Balkan Savaşlarında mağlubiyete rağmen üstün başarılar göstermiş ve Rauf Orbay’ın dikkatini çekmişti.
Balkan savaşlarına geliş hikâyesi vardı Peşaverli’nin. Öyle bir hikâye ki secdesi dolara olan acizler iyi dinlesinler. Balkan savaşları patlak verdiğinde Osmanlı Devleti’nin durumu içler acısıdır. Sultan Reşad’ın Osmanlı Devleti topraklarında istihbarat görevi üstlenecek ve insanları cihada çağıracak bir gücü dâhi yoktur. Sultan Reşad’dan önce Sultan Abdülhamid’in kurduğu ve şahsına ait para ile Osmanlı Devleti’nin dört bir yanına gönderdiği hafiye teşkilatı hâlâ aktiftir. Bu hafiyelerin de bir hikâyesi vardır. Hikâyesi olmayan kahraman olamaz ve ismi bilinmeyen, duyulmayan her şehidin hikâyesi er ya da geç bir gün birileri tarafından yazılacaktır. İsmi ve hikâyesi yazılmayan kahramanların isimleri ve hikâyeleriyse Cennette bütün Müslümanlar toplandığı zaman melekler tarafından dile getirilecek ve o kahramanların hakikatleri de orada ortaya çıkacaktır. O kahramanların kutlamaları da o kutsal mekânda meleklerin ilahileri eşliğinde yapılacaktır.
Sultan Abdülhamid Devlet bütçesi ve Devlet çabaları ile oluşacak her gücün gizliliğinin bâki olmayacağının farkındaydı. Devletin en kılcal ve en kadim makamlarının dâhi satın alınabileceği hissi onu bambaşka bir önlem almaya itmişti. Bu önlemler yüzünden ona deli yaftası yapıştıracaklardı. Sultan Abdülhamid ise bu iddialara “Ben evhamlı değilim, ihtiyatlıyım, tedbirliyim” cevabını verecekti.
Sultan Abdülhamid şahsi bütçesi ile babadan oğula emanetlerin geleneksel olarak geçeceği bir hafiye teşkilatı kurmuştu. Bu teşkilatın temel prensip ve öğretileri vardı. Sultan ne durumda olursa olsun, Devlet yıkılıp dâhi yenisi kurulsun, fark etmeyecekti. Teşkilat işini yapmaya devam edecek ve her durumda Sultan Abdülhamid’den sancağı devralan liderin izini takip edecekti. Ona yaklaşmadan onu koruyacak, İslam dünyası dahlindeki bütün topraklarda o liderin propagandasını yapacak, Ümmet’i liderine biat etmeye davet edecek ve son çare Kurtuluş mücadelesi verildiğinde İstanbul’da bir araya gelecekler, son savaşı Ümmetin liderinin sancağı altında liderleri ile beraber vereceklerdi. Sırası ile Sultan Reşad ve Sultan Vahdeddin’e hizmet eden teşkilat, yıllarca İslamabad’da, Hartum’da, Pencap’ta, Mekke’de, Ankara’da, İstanbul’da, Bağdat’da, Mogadişu’da, Şam’da, Tahran’da, Kâbil’de, Sana’da, Moritanya’da, Cibuti’de, Berberilerin illerinde, Kahire’de, Rabat’da pusuya yatmıştı. Teşkilat mensupları emaneti Baba’dan oğula geçiren öğreti üzerine vazifelerini yapıyordu. Rauf Orbay ve sonrasında tanıdığı Peşaverli Abdurrahman Bey bu teşkilatın mensuplarındandı.
Balkan savaşı haberini alır almaz halkı örgütleyen Peşaverli Abdurrahman Bey Pakistan ve çevresindeki Müslümanlardan aynı zamanda Osmanlı Ordusuna ulaştırmak üzere maddi yardım topluyordu. 20 yaşındaki Gulam Muhammed ile 21 yaşındaki Gulab Din savaşacak adamdan çok maddi yardımın lazım olduğunu öğrenince kendilerini köle olarak satışa çıkardılar. Ve elde ettikleri parayı Peşaverliye teslim ettiler. Artık hayatlarının sonuna kadar köle olarak kalacaklardı. Ama varsın bedenleri köle olsun, yeter ki Devleti Âliye’i Osmaniyye bâki kalsındı. Bu sahneye şahitlik eden bir kadın hiçbir şey yapamıyor olmanın verdiği üzüntü ile kucağındaki 4 aylık bebeğe baktı. Ve Pazar yerinde oracıkta bebeğini satışa çıkardı. Aldığı parayı Peşaverli’ye teslim ederek dua ve niyazlarda bulundu. Peşaver’li İstanbul’a gelecekti lakin parası yoktu. Topladığı paraların veya yardımların tek kuruşunu dahi kendi yol parası için harcayamazdı. Üzerinden ceketini çıkardı ve yol parasına yetecek kadar bir fiyata sattı. Büyük umutlarla, Sultan Abdülhamid özlemi ve Sultan Reşad merakı ile yola çıktı Peşaverli.
Balkan savaşlarında büyük cesaret örneği gösteren Peşaverli’nin imânı ve cesareti Rauf Orbay’ı cezbetmişti. Bu kahraman adamı tanıdıktan sonra Harp Okulu’na kaydını yaptıran Rauf Orbay, 1. Dünya Savaşı sırasında Peşaverli’yi Gelibolu’ya göndermişti. Gelibolu’da defalarca yaralanmasına rağmen şehid olamamıştı Peşaverli.
1915’in sonlarında Sultan Reşad Afgan Kralı Habibullah Hân’a Müslümanlara çağrıda bulunması için bir heyet göndermeye karar vermilşti. Heyetin başında Rauf Orbay vardı. Rauf Orbay bölgenin dillerine hâkim olan Peşaverli’yi de yanına almayı ihmal etmemişti. Heyet yolda ilerlerken Basra yakınlarında İngiliz birlikleri ile karşılaştı. Aynı yolda Hacca giden Afganlıları gören Peşaverli heyetteki silahları Hacca giden Afganlara dağıtarak hemen bir savunma hattı kurmuş ve Rauf Orbay önderliğindeki heyetin Afganistan’a sağ salim varması için o hattı tam 36 saat boyunca hacı adayları ile beraber savunmuştu. Peşaverli 36 saat boyunca yaşanan çatışmalarda ağır yaralanmıştı. Aklındaki tek düşünce ise Rauf Orbay ve heyetin sağ salim Afgan Kralına varıp, varmadığıydı. Kardeşlerim bu basit bir hadise değil. Siz de farkındasınız biliyorum. Bu Vatan kolay kazanılmadı derken bu yaşanmışları bilmek bir başka anlam katıyor insana. Bu yaşanmışları bilmeden bu Vatan kolay kazanılmadı demek bir ezber olarak kalsa da bu milletin tarihi bir hafızası var. Bu milletin kodlarına yerleştirilmiş bir vatan aşkı var. Ne para, ne açlık, ne başka hiçbir dünyevi zevkin veremeyeceği o aşk. Hani bizi 15 Temmuzda sokağa döken, tanklara ve jet uçaklarına kafa tutturan o tarihi hafıza var ya. İşte ondan bahsediyorum be canlar. Sizden bahsediyorum. Biriniz Rauf, diğeriniz Peşaverli. Ümmet olmaktan bahsediyorum.
Heyet ilerlerken yolda başka tehlikelerin ortaya çıkması üzerine geri dönmüştü. Haberi alan Peşaverli silahlandırdığı hacı adaylarını da yanına alarak ağır yaralı bir şekilde geri çekilmeye başladı. Binlerce askeri olan İngiliz Birliği, karşısında Osmanlı Ordusunun olduğu sanıyordu. Bu yüzden Peşaverli ve arkadaşlarını öncü birliği sanarak takip etmekten vazgeçti.
İstanbul’a geri dönen birlik hadiseyi anlattığı zaman Sultan Reşad, Afganistan ve Pakistan’daki Müslümanları eğitmek için bir askeri heyet gönderme kararı aldı. Buraya gidecek olan heyet burada Müslümanları örgütleyip silahlandıracak ve İngilizlere karşı cephe açacaklardı.
Sultan Reşad bu heyetin başına o zamanlar Kurmay subay olan Mustafa Kemal’i getirmek istedi. Ancak Mustafa Kemal hasta olduğunu bahane ederek bu heyet ile beraber gitmek istemedi. Bunun üzerine Rauf Orbay tekrar vazifeye atılarak şu anda Swat vadisi olarak bilinen, Pakistan, Hindistan ve Afganistan’ın sınırında yer alan dağlık bölgeye gitti. Orada peştunları İngilizlere karşı eğiten Rauf Orbay ve Peşaverli İstanbul’a geri döndüler. Swat vadisinde Afgan ve Pakistanlılar öyle iyi örgütlendiler ki İngilizler’in bölgede giremediği ve alamadığı tek bölge Swat vadisi oldu. Swat vadisi hâlâ bölgede silahlı aşiretlerin kontrolünde ve hiçbir yabancının girişine izin verilmeyen bir bölge olarak namını korumaktadır.
İki kahraman dedim ya dostlar. İki can. İki dost. Sultan Abdülhâmid’e biat etmiş iki yürekli adam. Kaderleri ve suretleri birbirine benzeyen iki savaşçı... İstanbul’a döndükten sonra devletin çeşitli kademelerinde görev yaptı Peşaverli ve Rauf Orbay... Bir gece Rauf Orbay’ın evinden çıkarken Beşiktaş’ta suikaste uğradı Peşaverli. 3 farklı noktadan çapraz ateş altına alınmıştı. Artık karşılık vermek istemiyordu Peşaverli. Çok fazla yorulmuştu. Sultan Abdülhamid’i düşündü ve emaneti teslim ettiği küçük Peşaverlileri düşündü. Vücudunda yüzlerce yarası olan Peşaverli tebessüm etti sadece bu kurşunlara. Onu Rauf Orbay sanmıştı suikastçılar. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ve hilafetin ılgasından sonra birileri Osmanlı’nın Tarihine ve İslam geleneğine bağlı ne kadar kahraman varsa ortadan kaldırmak için düğmeye basmıştı. Rauf Orbay da bu hedeflerden biriydi. Osmanlı Devletine biat edip, Mecliste sözü geçen, halk arasında sevilen hiçbir şahsiyetin yaşamasına tahammülü olmayanlar operasyon çekiyordu. Nihayetinde Peşaverli Abdurrahman Bey şehadete kavuşmuştu. Onu Rauf Orbay sanan alçaklar çapraz ateşe alarak şehit etmişlerdi. Arkadaşının şehadetinden sonra hüzün çöken Rauf Orbay’ın hikâyesini de bir gün anlatırım canlar. Rauf Orbay daha sonra Mustafa Kemal’e suikasttan yargılanacak ve susturulacaktı. Tıpkı Fevzi Çakmak gibi, tıpkı Kazım Karabekir Paşa gibi hepsi sindirilecekti. Daha sonra milleti sindireceklerdi. Daha sonra bu millete uymayan ya çok dar, ya çok bol gelen gömlekler giydirmeye kalkacaklardı. Bütün planların üstünde bir plan yapan kudret elbette bu kadar mazlumun ve şehidin kanını yerde bırakmayacak ve 100 yıl sonra da olsa biri vazifeyi üstlenip Allah’ın intikamına memur kılınacaktı.
Kardeşlerim… İki adamın hikâyesini anlattım size. Dilim döndüğünce. Söylediğimi Allah rızası için unutmayın. Bu milletin kodlarını çok farklı çizmiş Hazreti Allah. Karşısında koskoca İngiliz ordusunu gören bir adamın yoldan geçen hacı adayları ile anlık bir savunma hattı kurarak 36 saat boyunca çatışmasını anlattım. Öyle bir çatışma ki onları takip etmeye korkan bir İngiliz Birliği. Bu ruhun, bu aşkın imandan başka hiçbir açıklaması yok. Hissettiklerimi hissettiğinizi biliyorum. Aklımdan ne geçiyorsa sizin de aklınızdan geçtiğini biliyorum. Neleri düşündüğünüzü, neleri özlediğinizi, neleri yapmak istediğinizi, hepsini görüyorum. Sabredin. Bir gün hepsi olacak. Hepsi gerçekleşecek. Yeter ki yetiştirdiğimiz çocuklara Anne ve Babamızdan bize miras kalan kodları iyi nakşedelim. Yeter ki bize kalanları çocuklarımıza iyi öğretelim. Çok para kazanacak tüccarlar değil, yeter ki Allah’ın da çok gurur duyacağı evlatlar yetiştirelim. Birinin adını Peşaverli Abdurrahman koyalım. Birinin adı Rauf olsun. Birinin adı Fevzi Çakmak, birinin adı Kâzım Karabekir olsun.
Çocuğunu ve hatta kendisini köle olarak satışa çıkarıp Devlet’in bekasını düşünenler, üç kuruş dolarına kıyamayanlara ders olsun. Ceketini satıp yol parası yapanlar, şişmanlıktan ceketlerinin düğmesi kavuşmayıp, buna rağmen sırf kahpelik yapmak için “Karnımız Aç” pankartı açan it sürüsüne ders olsun. Adı konmamış bir savaşın içindeyiz. Belki 50 yıl sonra Dünya’nın ömrü yeterse tarih kitaplarına 3. Dünya savaşı olarak girecek muazzam bir sürecin şahitleriyiz. Dost ve düşmanın ayırt edilemediği, kimin iyi; kimin kötü olduğunun anlaşılamadığı bir dönemin ya kahramanları olacağız ya da hainleri. Herkes tarafını iyi seçsin. Çünkü bu sürecin sonunda yüz yıllık bir defter kapanacak. Yeni yüzyılın defteri ise çoktan açıldı. Şimdi onu anlatacağım.
Herkesin merak ettiği Amerikan oyunu… Oynanan tiyatro muazzam… Oyuncular çok iyi. Yüzyıldır Amerika’yı yönetenlere kafa tutan bir emlak kralı! Üye olduğu kulübe ihanet eden ve buna rağmen hayatta kalmayı başaran bir sümsük! İnanıyor musunuz buna canlar? Biraz daha açalım o zaman konuyu.
Bu konuda olaya 100 yıl öncesinden bakmazsak, 100 yıl sonrasını kaçıracağız!
Yüz yıl önce Küresel Güçler bir plan kurgulayıp o kurgu üzerinden dünyayı sömürgeleştirdi ve bütün Asya, Afrika, Orta Avrupa köleleştirildi. Planlar meyve gibidir, insanoğlunun sabrı, vicdanı ve hafızası da saklama kabıdır. Ne yaparsan yap 100 yıldan ötesine geçemezsin!
Yüz yıllık gelenek Batı’nın değil aslında İslam dünyasının manevi bir keşfidir. Bizde nasıl ki her asır Müslümanları ihya edecek Müceddid bekleniyorsa Batı âlemi de bu gelenekten kopyalayıp insanların hafızasının maksimum bu kapasitede olduğuna karar vermiştir ve planlar böyle yapılmıştır.
Dostlar 100 yıllık süreçte Amerika’yı yönetenler belirli bir seviyeye gelebilmek için hayalet para politikası uyguladılar. Bu politika aslında Amerika’yı yiyip bitirecek bir seviyeye getirirken, patlak verdiğinde: “Hiç kimse beni bağlamaz, ne yaptımsa yaptım, hesap sorabilecek gücünüz varsa sorun” noktasına vardı. Şu an o noktadayız. Amerika bastığı paranın karşılığı olan rezervleri barındırmıyor. Bu da Amerika’yı elinde parasını tutan devletlere borçlu yapıyor. Yani Türkiye’de 100 milyar Amerikan doları varsa, Amerika Türkiye’ye 100 milyar dolar borçlu demektir. Bugün Türkiye bu parayı Amerika’ya gönderdiğinde karşılığında altın isterse ne cevap alacak sizce? Amerika 100 milyar dolarlık altını Türkiye’ye gönderir mi dersiniz?
İngiltere’nin Avrupa Birliğinden çıkması, İngiltere’nin desteklediği Trump’ın başa geçmesi, Trump’ın Rusya’ya övgüsü ve bizim Rusya’ya mecbur bırakılışımız gözlerden kaçmıyor elbette. Ama bizim Rusya’ya ya da başka bir ülkeye mecbur kalacağımızı düşünenler çok fena yanılacaklar. Çünkü onlar yüz yıllık plan yapmayı nasıl bizden öğrendilerse, gemileri yakmanın ne demek olduğunu da bu süreçte bizden öğrenecekler. Tarık Bin Ziyâd’ı unutanlar Recep Tayyip Erdoğan’ı hatırlayacaklar.
Bağlı bulunduğu kulübe yani şeytana bağlılık yemini eden Trump’a ABD’yi gelecek yüzyıllık planların uygulanmasında ilk aşama görevi verildi. Pili biten Amerika’nın tekrar “Büyük Amerika” olması için geri çekilme tiyatrosu oynanıyor. İngiltere ve İsrail’in Amerika’ya verdiği tarihi görevi Amerika kendini toparlayana değin Rusya üstlenecek. Amerika bu süreci hep gözlemci olarak takip edecek. Tıpkı Astana görüşmelerinde olduğu gibi…
Rusya’nın kendi çabaları ile sıcak denizlere indiğini düşünenler yanılıyorlar. Suriye’de Rusya’nın varlığını gerektiren bütün refleksleri Amerika ve İran gerçekleştirdi. Rusya’yı Suriye’ye çekerken, Amerika gözlemci statüsünü korumak için Suriye’de İncirlik üssüne muadil iki üs kurdu. Türkiye’yi diskalifiye hamleleri hız kesmeden devam ediyor. Trump’ın amacı Çin’deki üretimi ve Avrupa’daki finans kaynaklarını Amerika’ya taşımak. Daha önce “Kafataslarınızdan koleksiyon yapacağız” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Bu yazıda 500 milyar dolarlık riski göze alarak Amerika’nın Nevada eyaletinde Finans Merkezi kurmaya hazırlanan Rothshild Ailesi’nin İsviçre ve Panama gibi para aklanan ve kişisel bilgilerin üst düzeyde saklandığı ülkelerin hegemonyasını kırarak bütün bu paraların Amerika’ya akışına sebep verecek operasyonlar gerçekleştirdiğini belirtmiştim. Julian Assange’in wikileaks yalanı da, panama belgeleri de bu planın tezahürüydü. Trump’ın bugün ki söylemlerine bakarsanız aynı sonuca çıktığını göreceksiniz. Amerika’yı tekrar yücelteceğiz diyen Trump Çin’deki üretimi ve Avrupa’daki finansı ABD’ye taşıyarak ABD’yi tekrar kral tahtına oturtmak istiyor. Peki, bu plan görünürde Clinton’u destekleyen Rothshild’in planı değil miydi?
Bütün dünya ile dalga geçiyorlar. CNN akşama kadar hâlâ Trump aleyhine haberler yapıyor. CNN gerçekten Trump aleyhine çalışıyor olsa Trump aleyhine sahnelenen tiyatro gösterisinde tutuklanan gazetecileri de yazardı. Ancak bu bilgiyi Anadolu Ajansı haricinde hiçbir medya kaynağı yazmaz. CNN’in editoryal masasında şu an CIA ajanları çalışıyorlar. Bu ajanların bağlı olduğu şahıs da daha bu hafta CIA’in başına geçti. Peki, kim bu adam? Mike Pompeo. Bu ismi Rusya’nın ABD seçimlerine dijital saldırı yaptığı iddialarından hatırlayacaksınız. Yani “Trump’ı başımıza Rusya bela etti” diyen adamı Trump CIA başkanı yaptı. Bu kadar riyakârlığı dünya nasıl kaldırabilir anlam veremiyor insan. Kardeşlerim Trump dönemi yeni yüzyıllık planların başlangıç dönemidir. Bu yüzden radikal kararlar alınıyor ve alınan kararlar sanki Şeytan iradesine karşı alınıyormuş gibi tepki gösteriliyor. Rusya’ya da, Amerika’ya da akıl verenin tek merkez olduğunu bir örnekle daha anlatayım. Rus uçağını Amerika mı vurdurdu yoksa biz mi vurduk sorusunu bu anlattıklarım çerçevesinde bir daha düşünelim mi? Bu konuda hiç sorulmayan bir soru var. O olaydan sonra neden hiç uçak krizi yaşanmadı? Rusya neden “Erkekseniz bu uçaklarımızı da vurun” diyerek sınır ihlali yapmadı? Yani Rusya’ya “Türkiye uçağını vurana kadar sınır ihlali yapın” diye emreden akıl ile Türkiye’yi “Rus uçakları sınırlarınızı ihlal ediyor, vurun” diye dürtükleyen aklın aynı akıl olduğunu görmek bu kadar zor mu? Rusya aynı eller tarafından bilinçli bir şekilde Suriye’de aktör haline getirildi. Amerika Türkiye’ye düşman olan müttefiklerle el ele verirken, Rusya barışın hamisi rolüne bürünerek Türkiye’ye kardeş muamelesi çekiyor. Biraz daha ikna edici olmamı istiyorsanız bir konuyu daha gündeme getireyim. İyice ifşa etmiş olalım Rusya’yı. 1998’de büyük bir kriz atlatan Rusya, aynı krizi 2013 yılın sonunda da yaşadı ve şu anda kriz gitgide derinleşiyor. Gelirinin nerdeyse 50%’si petrolden olan Rusya bu satışın da çoğunu Çin’e gerçekleştiriyor. Yani Rusya Çin’e Suudi Arabistan’dan çok daha fazla petrol satıyor. Çin ise artık büyük patronların gözdesi… Büyük patronlar emri nerden alırsa petrolü de o emirler ve direktifler doğrultusunda satın alırlar. Bir yandan Türkiye’ye yakınlaşan Suudi Arabistan’ı petrol almamakla tehdit ederken, diğer yandan Amerika ile gizli ittifak içerisinde olan Rusya’yı kucaklıyorlar. Bitmedi. 2014 yılında İsrail ve Rusya arasında kriptolu bir telefon hattı kurulmasına karar verildi. Bu anlaşmaya göre Rusya başkanı ile İsrail Başbakanı şifreli bu hat üzerinden birbirlerini istediği zaman arayabilecek ve istişare edebileceklerdi. Bu anlaşmanın üzerine İsrail’den Rusya’ya adeta para aktı. Hiçbir ekonomi batmak üzereyken Ortadoğu’da cephe açamaz. Hiçbir ekonomi batmak üzereyken Dünya’ya kafa tutamaz. Konuyu ve müttefikleri ya da muhtelifleri anlamanız için çok fazla örnek veriyorum. Yine vereceğim. Bu şekilde kim kime dost, ya da kim kime düşman iyi tanıyacaksınız. Avrupa ve Rusya’nın birbirine düşme meselesini Ukrayna’dan ibaret sananlar yanılıyorlar. Rusya’nın Çin’e ihracatından sonra en fazla ihracat yaptığı ülkeler Hollanda, Almanya ve İtalya gibi Avrupa ülkeleri. Gel gör ki Ukrayna krizinden sonra Rusya’ya yaptırım uygulayacağı tehditleri savuran Avrupa o tarihten itibaren Rusya’dan daha fazla mal ithal etmeye başladı. Harfleri tek tek yazıyorum. Dünyayı K-A-N-D-I-R-I-Y-O-R-L-A-R… Bütün fitnenin arabulucuğunu da Alman şansölyesi Merkel yapıyor. İngiltere kendisini her zaman üstte gördüğü için Avrupa Birliğinden kendini soyutladı ve üst perde havasını kaybetmek istemedi.
Rusya, Amerika, İngiltere hızlı refleks alabilecekleri büyük bir olaya hazırlıyorlar kendilerini. Eğer aynı hazırlığı Türkiye yapmazsa düelloya namlusu boş bir tabanca ile çıkmış olacağız. Oynanacak düelloda ondan geriye sayım yapıldığı zaman bir rakamını duyar duymaz birbirine çevrilen namlularda Şeytan’ın ittifakının şarjörü dolu iken Türkiye daha yeni doldurmaya başlayacak ve tek kurşun atmadan kaybedecek. Peki, nedir bu hazırlık dönemi?
Kardeşlerim Akdeniz’in dibi tutuşuyor. Batı 2025’de uygulanmayı planladığı bütün şeytani refleksleri Erdoğan yüzünden tam 10 yıl erkene aldı. Recep Tayyip Erdoğan hızlı refleks alabilmek adına 2023 yılına kadar Başkanlık sistemini ve yeni anayasayı yürürlüğe koyup 2025 yılına hazır olmak istiyordu. Ancak bunun farkına varan Batı, Akdeniz üzerindeki planlarını erkene alarak Erdoğan’ı hazırlıksız yakalamak istedi. Erdoğan’ın bu oyuna karşılık cevabı gecikmedi ve hem anayasa hem de Başkanlık sistemini erkene aldı. Tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminde olduğu gibi. Geceyi beklemeden darbeyi gündüz erken vakte almak zorunda kalanlar, 2025’i beklemeden Akdeniz kuşatmasını da erkene aldılar. Ve 15 Temmuzda düşmanların piyonlarını yenilgiye uğratan Erdoğan bu sefer ağababalarını eli boş gönderecek. Her iki saldırı da birbirine çok benziyor. Her ikisi de Devletin hamleleri sonucu erkene alınmış birer operasyon ve her ikisi de Devletinin milleti ile bütünleşip mağlup ettiği ve edeceği birer savaş olarak tarihe geçecek. Ey 15 Temmuzda Şeytanın piyonlarını alt eden kardeşlerim, bu sefer Şeytanı karanlığın kucağına geri göndermeye, yeryüzünü adalete, vicdana ve kâlu belada söz verdiğimiz gibi emaneti Allah’a teslim etmeye hazır mısınız?
Kardeşlerim, kadim toplumlar kendi siyasal sistemlerini oluşturarak büyük devlet olurlar. Bize Tanzimat’tan beri tam 200 yıldır terzi yamaklarının işlemesi sahte gömlekler giydirmeye çalışıyorlar. Bu gömlekler bize ya dar geliyor ya da bol. Temelinde adalet ve özgürlük olan ortak bir sistemden kaçanlar aslında o terzi yamaklarının köpekliğini yapıyorlar. Bu kadim toplumun tekrar büyük devlet olma yolunda mücadelesinde yola konulmuş ama bu millet tarafından paramparça edilecek taş taneleri sizi bekliyor. Size çelme takmak için pusudalar. Kimi bir siyasi parti kisvesi altında, kimi bir terör örgütü kisvesi altında, kimi bir televizyon kanalı ismi ile… Tek amaçları bu ülkeyi hazırlıksız yakalamak isteyen ağababalarına zaman kazandırmak... Tek amaçları Türkiye’nin şarjörünü doldurmasını engellemek ve düelloya Türkiye’yi elinde şarjörü boş bir silahla göndermek.
Farkında mısınız kafanızı hep boş sorularla dolduruyor gündem? Trump kim ya da kimin tarafını tutacak? Rusya Türkiye’nin yanında mı? PYD ne olacak? Suriye ve Irak’ta bize ne verilecek? İsrail ile ilişkilerimiz mi düzeldi? Filistin konusunda NATO’ya rağmen ABD ne yapacak? Çin bu savaşta hangi safta duracak?
Bütün bu soruları sormamamız ve kendimizi her daim düşmana karşı hazırlamamız için Allah bir cevap verdi. Enfal süresi 73. ayette uyarıldık. “Küfür içinde bulunanlar da, (bilhassa sizin karşınızda) birbirlerinin velileri, yardımcıları ve destekçileridir. Eğer siz aynı şekilde birbirinize arka çıkmaz ve destek olmazsanız, yeryüzünde ne getirip götüreceğini kestiremeyeceğiniz bir fitne, kargaşa ve çok büyük bir bozgunculuk patlak verir.”
Yeni anayasa süreci ile ilgili anlatılmamışları dinleyin bir de. Bu süreçle ilgili hem Türkiye hem de Batı büyük bir hazırlık yaptı. Yeni anayasa sürecine batı Hükümet Devirme planı olarak bakarken, Erdoğan savaşa hazırlık olarak algıladı süreci. Çünkü bu süreç Mısır’da Mursi’yi indiren ciddi bir süreçti. Türkiye’de kabul edildikten sonra uygulamaya konacak süreç Mısır ile aynı olacaktı. Ancak Milli İstihbarat Teşkilatı aldığı tedbirlerle Mısır’daki gibi bir sürece dönük refleksleri gösterecek bütün köpeklerin kodese gönderilmesini sağladı. Mısır’da yeni anayasa süreci ile beraber hükümet düşürme planları Türkiye’de tutmadı. Şu anda çepe-çevrelendik... Siperler kazmamız lazım. Savunma hattını sınırların dışına çıkarmamız lazım. Şu anda El-Bab'da yaşanan mücadele de, Münbiç ve Rakka gibi hedefler de kazılacak olan siperlerin coğrafyası. Ortadoğu'nun kuzeyini Türkiye'ye bağlayacak olan savaşın tam olarak içindeyiz. Türkiye'yi son hedef olarak görüp Suriye'den sonrasına saklayan küresel güçler şu anda Türkiye'nin oyununa göre hamle yapmaya başladı. Güneyde Kıbrıs, Irak ve Suriye, Kuzey’de Rusya, Batı’da Avrupa, Doğu’da İran ve Ermenistan ittifakı… Hepsi kopacak olan kıyametin habercisi. Yazımın başında Kadeş anlaşmasına gönderme yapmış olmamın bir anlamı vardı. Tarihin ilk yazılı anlaşmasının yapıldığı bölgeye dikkat edin. Çünkü tarihin son savaşı orada yaşanacak. O anlaşma Suriye ve Irak’ın bulunduğu bölgedeki toprakların paylaşılması üzerine nasıl yazıldıysa bu savaş da o toprakların gerçek sahibini bulması için yaşanacak. Kardeşlerim ne Suriye ne de Irak diye bir devlet tarih boyunca hiç olmadı. Bu bölgeler İslam öncesi Mısır, Pers ve Rum imparatorlukları arasında hep ihtilaflı bölge oldu. İslam sonrası da hiçbir zaman Müslümanların kontrolünden çıkmadı tâki Osmanlı Devleti yıkılana değin. Şimdi bu bölgeler tekrar sahibini arıyor. Kurulacak olan otonom devletlerin hiçbir önemi yok. Önemli olan bu otonom devletlerin kime ait olacağı… Önemli olan yaşanacak kıyamet sonrası Büyük İsrail mi yoksa Büyük Türkiye mi kurulacak sorusu.
Ortadoğu sonrası Afrika’da yaşanan hareketliliği de sakın gözden kaçırmayın. 2016 yılında Somali’de askeri üs kuran Erdoğan Aden körfezi ile Hint Okyanusu’nda hâkimiyet elde eden ilk devlet adamı oldu. Katar’da kurulan askeri üsle Basra’da söz sahibi olan Erdoğan daha Şeytan’ın Ortadoğu planı bitmeden Afrika mesajını güçlü verdi. Erdoğan, Afrika ülkelerini ziyaret ederek “kendinizi Batı’ya sömürge aleti yapmayın. Kaynaklarınızı kendiniz kullanın. Batı’nın sizi köleleştirmesine izin vermeyin” mesajlarını açık bir şekilde vermekten çekinmedi. Afrika ülkeleri Erdoğan’ın mesajından Ortadoğu’dan sonra Afrika’da kopacak olan kıyametin haberini aldı. Şu anda Afrika’da Türkiye ve Çin arasında büyük bir hâkimiyet savaşı yaşanıyor. Hem istihbarat, hem medya, hem şirketler, hem eğitim sektörü açısından Çin Batı’nın Afrika’daki temsilciliğini üstlenirken bütün zorluklara rağmen Erdoğan Türkiye’nin Afrika’da var olabilmesi için bütün fedakârlıkları gösteriyor. Amerika'nın Ortadoğu'da açtığı askeri üslerin büyüklüğü ile övünen hainler, Türkiye'nin Somali'de açtığu askeri üssün neden bu kadar büyük olduğunu "gereksiz" diyerek sabote etmeye çalışıyor.
Tarih bugünleri nasıl yazacak biliyor musunuz kardeşlerim? Hani Sultan Abdülhamid Hân onca zorluğa rağmen Pakistan’a, Afrika’ya, Mekke’ye ve hatta zorda kalan Batılı devletlere bile yeri geldiğinde el uzatmış ya! Hani hepimiz Osmanlı en zorlu dönemini yaşarken bile medeniyetin inşasında en büyük rolü oynamış diyoruz ya! İşte onu söylerken sanki bugünü kaçırıyoruz gibime geliyor. Çünkü bugün aynı şeyi Erdoğan yapıyor. Devletine açılan ekonomik savaşa rağmen, Suriye’de verdiğimiz meydan savaşına rağmen, kendisine tıpkı Abdülhamid gibi onlarca suikast düzenlenmesine rağmen, ülkenin dört bir yanı düşmanla çevrelenmesine rağmen savunmadan çok saldıran bir Erdoğan. Tarihi yaşamak, tarihi okumaktan daha keyiflidir. Sonunda elde edilecek zafer Allah’ındır.
Kardeşlerim devlet görevlisi olmak insanı hep kısıtlar unutmayın. Devlet görevlisi demek, siyasal kısıtlama demektir. Devlet görevlisi olmak demek sahasal kısıtlama demektir. Devlet görevlisi olmak demek görev kâğıdında yazan çerçevenin dışına çıkamamak demektir. Bir şeyler yapmak için Devlet görevlisi olmayı arzu edenler. Sivil hâli ile bir şeyler yapamayan hiç kimse Devlet görevlisi olduğu zaman farklılık oluşturamaz. Sözlerimi çok iyi anlayın. Elinize silah almanızdan bahsetmiyorum. Gidip Suriye’de savaşmanızdan da bahsetmiyorum. İngiliz birliğine karşı hacca giden yolcuları örgütleyip 36 saat boyunca çatışan Peşaverli’den bahsediyorum. Rauf Orbay’dan bahsediyorum. Gulam Muhammed’den, Gulab Din’den bahsediyorum. 4 aylık bebeğini satmak zorunda kalan Anne’den bahsediyorum. Yaratılış kodlarınıza yazılmış o ruhtan bahsediyorum. 15 Temmuz’da tankların egzozlarını elbiseleri ile kapatan pratik zekâdan bahsediyorum.
Ey bu yazımı okuyan Peşaverli senden bahsediyorum, orada mısın? Rauf Orbay sanılıp şehit düşmeye hazır mısın? Peki, sen Peştun Anne, orada mısın? Vatan için kundaktaki bebeğini satan Annemiz ’den dönemin vicdanı çok şey istedi belki. Ama o vicdan sana o kadar acımasız davranmayacak. Senden sadece iyi evlat yetiştirmeni, evlatlarına sabrı ve Vatan’ın ne olduğunu anlatmanı istiyor. Hazır mısın? Ya sen Gulam Muhammed ve Gulab Din. Senden köle olman istenmiyor. Ama gençlik heveslerini bir kenara koyman, 100 yılın intikamı için karınca misali su taşıman gerekiyorsa su taşıman, cepheye koşman gerekiyorsa cepheye koşman, insanlara tebliğ yapman gerekiyorsa tebliğ yapman, Şeytana karşı oy kullanıp hem Allah’a kul hem Devletine karşı vatandaşlık görevin yapman isteniyor. Orada mısın?
Liderin seni istiyor. Başkomutanın desteğini bekliyor. Şeytan’ın tuzaklarına karşı düelloya çıkacak olan Devletin şarjörü doldurmak üzere. Bir kurşunda sen olmaya, bu kuşatmayı yarıp Dünya’daki zulmü durdurmaya hazır mısın?
Ortadoğu'dan sonra Afrika'yı yakıp yıkacak olan Akdeniz kuşatması başladı… Sefer bizim, zafer ALLAH’INDIR…